Ana içeriğe atla

YOKSUL SEVDALAR-16


      Günler haftaları,haftalar ayları,aylar seneleri rüzgar esmeleriyle,yaprak dökümleriyle,karların düşmeleriyle,yağmurların inmeleriyle yeni doğanlarla,yaşlıları kara toprağa almalarıyla bir bir aşırıp çok zamanlar geçirdi.Ülkemizde kılık kıyafet kanunu 11/Ekim-1926 senesinde değişmesine rağmen öyle herkeslerin yasa çıktı grant tuvalet giysilere bürünüp ülkenin ekonomik durumlarının iyi olmamasından dolayı üzerlerinde smokinler,ayaklarında gıcır gıcır giyip dolaşacakları iskarpinlerle eylemleri ve seyirleri hiç olmadığı gibi,1950 li yıllarda bile köylerde koca adamlar erkek çocuklar entari,kadınların milli giyecekleri ise şalvarlardı.İbrahim Hafız'ın çocuklarıyla denk yaşlarda olmasada onların eskiyen giyecekleri kısa uzun bol dar ölçütleri gaile alınmaksızın uydurulup artık diye tabir edilecek kullanılmış giyecekleri giyiyordu.Bunlara alışmıştı ve tınmıyordu.Hafız'ın çocuklarından Mehmet (Sağlam) Tahir,Kerim İbrahim'den büyük,Hakkı ve Nail ile ise hemen hemen aynı yaşlardaydılar.Büyükler bir süre yeni elbiseleri giyiyor sonra küçüklere bırakılıyor onlardan sonra ise İbrahim'e veriliyordu.Çok nüfus güç demekti,harmanda bağda bahçede çokluğa ihtiyaç duyuluyor kadınlar çok erken yaşlarda evlilikleriyle bir kuluçka makinası gibi doğuruyor,besliyor büyütüyor elindeki çocuk daha yürümeye başlamadan tekrar bir çocuk daha dünya ya getiriliyordu.Kadının işi zordu.Gebeyken bile tarlada bağda çalıştığı yetmiyormuş gibi yemek yapıyor,sofra kuruyor,ahırda hayvanlara bakıyor,hayvanların terslerini atıyor,sütünü sağıyor akranlarıyla şöyle iki laf edecek ortamları olmadığı gibi köylük yerde en uzak evin bir birine  100-150 mt.ötede olduğu akla getirilecek olursa bu kadar mesafelerde bile olmayan anasının babasının evlerine dahi gidemiyordu.Belkide en rahat ettikleri ve gittikleri yer köyün çeşme başıydı.Oraya hemen hemen günün indiği akşamın başladığı saatlerde testiler,bakraçlar alınıp evin zaruri ihtiyacı olan su doldurmaya gidiliyor,çeşme başında kadın kadına 2 laf edilebiliyordu.Çeşme başında su doldurmak,testileri taşımak bir iş değilmiydi?.Evet;sosyalleşme değil işin gerektirdiği zorunlu ama evin haricinde farklı 2 insanla sohbet edebilmek adına,sevilerek isteyerek yapılan bir işti.Köylü çalışıyordu,üretiyordu.Üreticiliğinin farkında değildi.O bu üretimleri kendi karnını doyurabilmek için yapıyordu.Kendi karnını doyurabilmek için yaptığı üretimden dolayı devletinin üzerine bir yük değildi.Tarlası ekeneği hayvanları ahırı damı olmayanın yanaşmalıktan başka yapabileceği bir şey olmadığı gibi tutunabilmesi de çok zordu.Köyde okul çağına gelmiş çocukların eğitimlerini alabilecekleri okul yoktu.Ahırlı'daki okula her gün gidip gelebilmeleri hele hele kış şartlarında imkansızların imkansızıydı.Kışlar çok sert geçer görünebilen her yer karlarla kaplanır aylarca karların kalkmadığı olurdu.1934 yılında ülkemizde soy adı kanunu çıkmasına rağmen köylü işten güçten ve kışların sert geçmesinden başını alıp bağlı olduğu ilçelerdeki nüfus müdürlüklerine giderek,yeni nüfus cüzdanı ve soy ismi almalara pek itibar etmiyordu.İnsanlar ya ön isimleriyle yada mesleklerine göre ün veya ünvanlar alıyorlar yada babalarının ismi söylenerek şunun oğlu bunun kızı olarak hitabat buluyorlardı.Evlilikler şunun kızını bunun oğlunu istemelerle ailelerin rıza göstermeleri olursa dini nikah kıyılarak yapılıyor,hiyerarşi gelenek görenek düzenekleriyle devam eder seyirlerdeydi.Anlaşmazlık hallerinde büyükler devreye girerek olumsuzluklar bu şekilde çözülüyordu.Sandı'dan ilerde Soğla gölü kenarında Yalıhüyük köyü vardı.Bu köyde arazileri ve göl kenarında kum ocakları olan Tahsin bey vardı.Tahsin beyin misafiri eksik olmaz geleni gideni çok olurdu.Tarlaları ortağa verir kum ocaklarından da çok iyi gelir elde eder,kendisinede bu hazır çalışılmadan sağlanan rantları dostlarım dediği kişilerle sefalar sürdürmek olurdu.Kayacık köyünden Hıdır'da sık sık atına binerek Tahsin beyi ziyarete gidenlerdendi.Ata binmek köylerde hali vakti yerinde olanlara mahsustu.Hıdır Yalıhüyük'e giderken atla Sandı'dan geçer,at üstünde forslu geçiyle kasaldıkça kasalır hali vakti yerinde olmayan fakir fukaraları kıskandırır ve o atın üzerinde kendilerinin olmak istemesi adına imrendirirdi.Bu geçişlerinin birinde Kerimoğlu Apdullah'ın evininin oradan Yalıhüyük köyüne doğru yol alırken,bu yol Yalıhüyük'e gitmek için zorunlu güzergahtır orada uzun boylu,düz uzun saçları olan çok güzel bir kız gördü.Hıdır sorgu sual edip kızı araştırdı.Güzergahındaki Yalıhüyük köyüne giderken sol tarafta kalan ev Kerim oğlu Apdullah'ın eviydi ve kızda Apdullah'ın büyük kızı İkbal'di..23/Nisan-2025 Şerafettin Sorkun/İstanbul'dan Sandı köyü anılarım.

Yorumlar

  1. Allah'ım ejdadımıza, atalarımıza rahmetiyle muamele eylesin inşaAllah, Ikbal teyzemin de mekani cennet,Ruhu şad olsun.

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

SELMA GÜNERİ ve LAYIK GÖRÜLEN ONUR ÖDÜLÜ

Bir şarkı dinlersiniz geçmiş yıllarınızı hatırlatan.O şarkıyla hatırasını yaşayacağınız,tekrar bulacağınızı sandığınız sokaklar yok olmuştur.Şükran Ay'ın her şarkısı Kozan sokaklarını ve sinemalarını gözümde canlandırır.Anılarımı gömdüğüm o kentte belediye otobüsleri ve uzak semtlere gidilen dolmuşlar yoktu o zamanlar.Her yerlere yayan gider,günün yorgunluklarına rağmen hayatımızda olmazsa olmaz olan sinemaların gece matinelerinden de kalmaz muhakkak her akşam sinemaya gider,paramız olmazda giremezsek,yazlık sinemaların apörlelerinden çın çın etrafa yayılan filmin müziklerini ve sesini film bitesiye kadar dinlerdik.Bu tarz biz çocuklar için bir takılma biçimiydi.Seviyorduk sinemaları,film yıldızlarını.Onların bizim dünyamızda farklı ve ayrı bir yerleri vardı.Kozan yaz geceleri yazlık sinemalarla güzeldi.Zaman ne kötü bir mevhum bütün değerler bir bir yok oldu.Selma Güneri'nin Konya/Çumra'da seyrettiğimiz filmlerinde yeni bir yüz olarak karşımıza çıkıvermesi,bizden biri...

YAŞADIKÇA

    İnanılmaz doğal güzelliklerin olduğu ağaçlar,dağlar,göller,baharla birlikte yeşeren otların yanı sıra ufukların göğe değiverecekmiş gibi göz eriminize ulaşan,gün batımlarının akşamlara dönüşen zamanları.Kulaklarınızda çın çın pervasızca eksilmeksizin süren ağustos böcekleri ötüşlerine,gökyüzünde  parıldayarak ışıklar saçan yıldızlarda dahil aklınıza gelen gelebilen bir çok güzelliklere,kapalı kapılar ardında kalınan şu günlerde özlemler duyuyorsunuz.Artan nüfuslar,mülteci adı altında ülkeye sokulan ne oldukları belirsiz insan tiplemeleri,evlerde odalarda duvarlar arasında eşyalarla birlikte sıkılmışlıklar sizi bu düşüncelere,doğaya tam teslimiyetlere itiyor.Virüs gösterdiki,aniden çepeçevre baskınlar yaparcasına bizleri sarıvermesi kendimizi hiç yaşamamış gibi hissettirdi.Sanki o kadar yılları bizler eksiltmedik,sanki üzerimizden mevsimler hiç geçmedi,kaç kez geçen sonbaharları,sonbaharlardaki yaprak dökümlerini biz hiç görmedik?.Hiç bitmeyen işlerimizin olduğunu sanı...

DOLU DOLU SEVGİLERİM

     Kendimi çok seviyorum,seviyorumki yaşamı;kendime olan tutkum ve ihtirasımla daha bir başka algılarıma düşürüp,ömrün süren her katresinden ayrı bir zevk duyuyor,mutluluğuma mutluluklar katıyorum.Böyle hazlar alarak meydana gelen oluşum,gezegeni sevmemi gerektiriyor.Yer kürede canlılar var,yaşamın her biri ayrı ayrı renk katıcı  tamamlayıcıları.Onlar olmazsa her şey anlamsız ve varlığımızı devam ettirmemiz mümkün değil.Ya bizler,biz insanlar?.Bizler sizler yani hepimiz,bazılarımız ne düşünür sek düşünelim,nasıl eleştiriler yaparsak yapalım çok harika varlıklarız.Duygularımız var,bu duyguların meydana getirdiği arzularımız,isteklerimiz hatta ve hatta gözyaşları döküp hüzünlenmelerimiz.Ağlamak kadınlara nasıl yakışır.Hüzünlenip gözyaşları dökerken ne kadar güzeller..An olur ağlamalara bile özlemler duyup,köşe bir yere çekilip gözyaşları döktüğümüz zamanlar azmıdır?.Dram filmlerini,acıklı romanları,hüzünleri sevdiğimizden okumaz veya seyretmezmiyiz?.Özlem,hasret dolu...