Günler haftaları,haftalar ayları,aylar seneleri rüzgar esmeleriyle,yaprak dökümleriyle,karların düşmeleriyle,yağmurların inmeleriyle yeni doğanlarla,yaşlıları kara toprağa almalarıyla bir bir aşırıp çok zamanlar geçirdi.Ülkemizde kılık kıyafet kanunu 11/Ekim-1926 senesinde değişmesine rağmen öyle herkeslerin yasa çıktı grant tuvalet giysilere bürünüp ülkenin ekonomik durumlarının iyi olmamasından dolayı üzerlerinde smokinler,ayaklarında gıcır gıcır giyip dolaşacakları iskarpinlerle eylemleri ve seyirleri hiç olmadığı gibi,1950 li yıllarda bile köylerde koca adamlar erkek çocuklar entari,kadınların milli giyecekleri ise şalvarlardı.İbrahim Hafız'ın çocuklarıyla denk yaşlarda olmasada onların eskiyen giyecekleri kısa uzun bol dar ölçütleri gaile alınmaksızın uydurulup artık diye tabir edilecek kullanılmış giyecekleri giyiyordu.Bunlara alışmıştı ve tınmıyordu.Hafız'ın çocuklarından Mehmet (Sağlam) Tahir,Kerim İbrahim'den büyük,Hakkı ve Nail ile ise hemen hemen aynı yaşlardaydılar.Büyükler bir süre yeni elbiseleri giyiyor sonra küçüklere bırakılıyor onlardan sonra ise İbrahim'e veriliyordu.Çok nüfus güç demekti,harmanda bağda bahçede çokluğa ihtiyaç duyuluyor kadınlar çok erken yaşlarda evlilikleriyle bir kuluçka makinası gibi doğuruyor,besliyor büyütüyor elindeki çocuk daha yürümeye başlamadan tekrar bir çocuk daha dünya ya getiriliyordu.Kadının işi zordu.Gebeyken bile tarlada bağda çalıştığı yetmiyormuş gibi yemek yapıyor,sofra kuruyor,ahırda hayvanlara bakıyor,hayvanların terslerini atıyor,sütünü sağıyor akranlarıyla şöyle iki laf edecek ortamları olmadığı gibi köylük yerde en uzak evin bir birine 100-150 mt.ötede olduğu akla getirilecek olursa bu kadar mesafelerde bile olmayan anasının babasının evlerine dahi gidemiyordu.Belkide en rahat ettikleri ve gittikleri yer köyün çeşme başıydı.Oraya hemen hemen günün indiği akşamın başladığı saatlerde testiler,bakraçlar alınıp evin zaruri ihtiyacı olan su doldurmaya gidiliyor,çeşme başında kadın kadına 2 laf edilebiliyordu.Çeşme başında su doldurmak,testileri taşımak bir iş değilmiydi?.Evet;sosyalleşme değil işin gerektirdiği zorunlu ama evin haricinde farklı 2 insanla sohbet edebilmek adına,sevilerek isteyerek yapılan bir işti.Köylü çalışıyordu,üretiyordu.Üreticiliğinin farkında değildi.O bu üretimleri kendi karnını doyurabilmek için yapıyordu.Kendi karnını doyurabilmek için yaptığı üretimden dolayı devletinin üzerine bir yük değildi.Tarlası ekeneği hayvanları ahırı damı olmayanın yanaşmalıktan başka yapabileceği bir şey olmadığı gibi tutunabilmesi de çok zordu.Köyde okul çağına gelmiş çocukların eğitimlerini alabilecekleri okul yoktu.Ahırlı'daki okula her gün gidip gelebilmeleri hele hele kış şartlarında imkansızların imkansızıydı.Kışlar çok sert geçer görünebilen her yer karlarla kaplanır aylarca karların kalkmadığı olurdu.1934 yılında ülkemizde soy adı kanunu çıkmasına rağmen köylü işten güçten ve kışların sert geçmesinden başını alıp bağlı olduğu ilçelerdeki nüfus müdürlüklerine giderek,yeni nüfus cüzdanı ve soy ismi almalara pek itibar etmiyordu.İnsanlar ya ön isimleriyle yada mesleklerine göre ün veya ünvanlar alıyorlar yada babalarının ismi söylenerek şunun oğlu bunun kızı olarak hitabat buluyorlardı.Evlilikler şunun kızını bunun oğlunu istemelerle ailelerin rıza göstermeleri olursa dini nikah kıyılarak yapılıyor,hiyerarşi gelenek görenek düzenekleriyle devam eder seyirlerdeydi.Anlaşmazlık hallerinde büyükler devreye girerek olumsuzluklar bu şekilde çözülüyordu.Sandı'dan ilerde Soğla gölü kenarında Yalıhüyük köyü vardı.Bu köyde arazileri ve göl kenarında kum ocakları olan Tahsin bey vardı.Tahsin beyin misafiri eksik olmaz geleni gideni çok olurdu.Tarlaları ortağa verir kum ocaklarından da çok iyi gelir elde eder,kendisinede bu hazır çalışılmadan sağlanan rantları dostlarım dediği kişilerle sefalar sürdürmek olurdu.Kayacık köyünden Hıdır'da sık sık atına binerek Tahsin beyi ziyarete gidenlerdendi.Ata binmek köylerde hali vakti yerinde olanlara mahsustu.Hıdır Yalıhüyük'e giderken atla Sandı'dan geçer,at üstünde forslu geçiyle kasaldıkça kasalır hali vakti yerinde olmayan fakir fukaraları kıskandırır ve o atın üzerinde kendilerinin olmak istemesi adına imrendirirdi.Bu geçişlerinin birinde Kerimoğlu Apdullah'ın evininin oradan Yalıhüyük köyüne doğru yol alırken,bu yol Yalıhüyük'e gitmek için zorunlu güzergahtır orada uzun boylu,düz uzun saçları olan çok güzel bir kız gördü.Hıdır sorgu sual edip kızı araştırdı.Güzergahındaki Yalıhüyük köyüne giderken sol tarafta kalan ev Kerim oğlu Apdullah'ın eviydi ve kızda Apdullah'ın büyük kızı İkbal'di..23/Nisan-2025 Şerafettin Sorkun/İstanbul'dan Sandı köyü anılarım.
Günler haftaları,haftalar ayları,aylar seneleri rüzgar esmeleriyle,yaprak dökümleriyle,karların düşmeleriyle,yağmurların inmeleriyle yeni doğanlarla,yaşlıları kara toprağa almalarıyla bir bir aşırıp çok zamanlar geçirdi.Ülkemizde kılık kıyafet kanunu 11/Ekim-1926 senesinde değişmesine rağmen öyle herkeslerin yasa çıktı grant tuvalet giysilere bürünüp ülkenin ekonomik durumlarının iyi olmamasından dolayı üzerlerinde smokinler,ayaklarında gıcır gıcır giyip dolaşacakları iskarpinlerle eylemleri ve seyirleri hiç olmadığı gibi,1950 li yıllarda bile köylerde koca adamlar erkek çocuklar entari,kadınların milli giyecekleri ise şalvarlardı.İbrahim Hafız'ın çocuklarıyla denk yaşlarda olmasada onların eskiyen giyecekleri kısa uzun bol dar ölçütleri gaile alınmaksızın uydurulup artık diye tabir edilecek kullanılmış giyecekleri giyiyordu.Bunlara alışmıştı ve tınmıyordu.Hafız'ın çocuklarından Mehmet (Sağlam) Tahir,Kerim İbrahim'den büyük,Hakkı ve Nail ile ise hemen hemen aynı yaşlardaydılar.Büyükler bir süre yeni elbiseleri giyiyor sonra küçüklere bırakılıyor onlardan sonra ise İbrahim'e veriliyordu.Çok nüfus güç demekti,harmanda bağda bahçede çokluğa ihtiyaç duyuluyor kadınlar çok erken yaşlarda evlilikleriyle bir kuluçka makinası gibi doğuruyor,besliyor büyütüyor elindeki çocuk daha yürümeye başlamadan tekrar bir çocuk daha dünya ya getiriliyordu.Kadının işi zordu.Gebeyken bile tarlada bağda çalıştığı yetmiyormuş gibi yemek yapıyor,sofra kuruyor,ahırda hayvanlara bakıyor,hayvanların terslerini atıyor,sütünü sağıyor akranlarıyla şöyle iki laf edecek ortamları olmadığı gibi köylük yerde en uzak evin bir birine 100-150 mt.ötede olduğu akla getirilecek olursa bu kadar mesafelerde bile olmayan anasının babasının evlerine dahi gidemiyordu.Belkide en rahat ettikleri ve gittikleri yer köyün çeşme başıydı.Oraya hemen hemen günün indiği akşamın başladığı saatlerde testiler,bakraçlar alınıp evin zaruri ihtiyacı olan su doldurmaya gidiliyor,çeşme başında kadın kadına 2 laf edilebiliyordu.Çeşme başında su doldurmak,testileri taşımak bir iş değilmiydi?.Evet;sosyalleşme değil işin gerektirdiği zorunlu ama evin haricinde farklı 2 insanla sohbet edebilmek adına,sevilerek isteyerek yapılan bir işti.Köylü çalışıyordu,üretiyordu.Üreticiliğinin farkında değildi.O bu üretimleri kendi karnını doyurabilmek için yapıyordu.Kendi karnını doyurabilmek için yaptığı üretimden dolayı devletinin üzerine bir yük değildi.Tarlası ekeneği hayvanları ahırı damı olmayanın yanaşmalıktan başka yapabileceği bir şey olmadığı gibi tutunabilmesi de çok zordu.Köyde okul çağına gelmiş çocukların eğitimlerini alabilecekleri okul yoktu.Ahırlı'daki okula her gün gidip gelebilmeleri hele hele kış şartlarında imkansızların imkansızıydı.Kışlar çok sert geçer görünebilen her yer karlarla kaplanır aylarca karların kalkmadığı olurdu.1934 yılında ülkemizde soy adı kanunu çıkmasına rağmen köylü işten güçten ve kışların sert geçmesinden başını alıp bağlı olduğu ilçelerdeki nüfus müdürlüklerine giderek,yeni nüfus cüzdanı ve soy ismi almalara pek itibar etmiyordu.İnsanlar ya ön isimleriyle yada mesleklerine göre ün veya ünvanlar alıyorlar yada babalarının ismi söylenerek şunun oğlu bunun kızı olarak hitabat buluyorlardı.Evlilikler şunun kızını bunun oğlunu istemelerle ailelerin rıza göstermeleri olursa dini nikah kıyılarak yapılıyor,hiyerarşi gelenek görenek düzenekleriyle devam eder seyirlerdeydi.Anlaşmazlık hallerinde büyükler devreye girerek olumsuzluklar bu şekilde çözülüyordu.Sandı'dan ilerde Soğla gölü kenarında Yalıhüyük köyü vardı.Bu köyde arazileri ve göl kenarında kum ocakları olan Tahsin bey vardı.Tahsin beyin misafiri eksik olmaz geleni gideni çok olurdu.Tarlaları ortağa verir kum ocaklarından da çok iyi gelir elde eder,kendisinede bu hazır çalışılmadan sağlanan rantları dostlarım dediği kişilerle sefalar sürdürmek olurdu.Kayacık köyünden Hıdır'da sık sık atına binerek Tahsin beyi ziyarete gidenlerdendi.Ata binmek köylerde hali vakti yerinde olanlara mahsustu.Hıdır Yalıhüyük'e giderken atla Sandı'dan geçer,at üstünde forslu geçiyle kasaldıkça kasalır hali vakti yerinde olmayan fakir fukaraları kıskandırır ve o atın üzerinde kendilerinin olmak istemesi adına imrendirirdi.Bu geçişlerinin birinde Kerimoğlu Apdullah'ın evininin oradan Yalıhüyük köyüne doğru yol alırken,bu yol Yalıhüyük'e gitmek için zorunlu güzergahtır orada uzun boylu,düz uzun saçları olan çok güzel bir kız gördü.Hıdır sorgu sual edip kızı araştırdı.Güzergahındaki Yalıhüyük köyüne giderken sol tarafta kalan ev Kerim oğlu Apdullah'ın eviydi ve kızda Apdullah'ın büyük kızı İkbal'di..23/Nisan-2025 Şerafettin Sorkun/İstanbul'dan Sandı köyü anılarım.
Allah'ım ejdadımıza, atalarımıza rahmetiyle muamele eylesin inşaAllah, Ikbal teyzemin de mekani cennet,Ruhu şad olsun.
YanıtlaSil