Ana içeriğe atla

SANDI SİLİ BARUT EFE-2




Barut Efe komşulardan da 2 emanet eşek birde kendi eşeği olmak üzere yakacak odun temin etmek için yola çıkmış,yüzüne çarpan soğukla,Çiftlik Korusunun oralara gelmişken,dönme ve dönmeme arasında ikilemde kalmış,koruluğun oralarda gözleriyle yıkılmış bir ağaç aramaya,koruluğu taramaya başlamıştı.Daha uzağa gitmeyecek,koruluktan bir kaç gün yakacağı odunları temine ederse,buradan ihtiyacı olan odunları çabucak alıp,köye dönecekti.Bu fikir onu uzaklara gidip oralarda uğraşmaktan caydırdı.Koruluğa girerken ve koruluktan ağaç keserken,kimselerin hele hele Çiftlik köylülerinin kendisini görmemesi gerekiyordu.Kuruçay ve Kayacık köyleri bulunduğu yere çok yakın ve evlerin bacalarından dumanlar çıkmakta ve canıda sobalı bir odayı çekmekteydi.Bu köylerin olduğu bölgeleri gözleriyle taradı,görünürde ora bura sanki eşekleri ve kendisini takip edercesine uçup duran,sık sıkta çirkin sesleriyle ötüp duran kara kargalardan başka kimseler yoktu.Çiftlik köyü uzunlamasına bir tepe olan koruluğun arkasında kaldığından,oradan kendisini bu kışta kıyamette birilerinin görmesi zor bir ihtimaldi.Kulağına çok çok uzaklardan sanki derinlerde yerin altından gelir gibi,ıslık sesini andırır,soğuk rüzgarın vu vu ötüşüyle karışık,düdük sesine benzer,ne olduğu kararına varamadığı bir duyum gelmekte,durup kulağını vererek dinlemeye çalışmakta,fakat rüzgarın uğultusu kanısına vararak yapacağı işler için kendisine yer ve zemin hazırlama düşünceleriyle,sesi dinlemeyi bırakıp,koruluğu gözleriyle taramaya devam etmekteydi.Nihayet iki köyün yani Kayacık ve Kuruçay köylerinin siperde kaldığı bir konuma geldiği zaman,eşekleri odun temin edesiye dursunlar zannıyla belirli bir yere çekip,eşeklerden bir tanesinin semerinde bağlı olan nacağı eline aldı,sırtındaki babadan kalma mavzeri bir ağaca dayadı.Böyle kış şartlarında mavzersiz asla yola çıkmazdı.Önce yıkılmış bir ağaç aradı,göz seyri eriminde yıkılmış bir ağaç göremedi.Ağaçlardan budama yapacaktı.Gözüne kestirdiği ağaçların yere yakın olan dallarından temin edeceği,yakacağı odunları kesmek için bir koca ağaca yöneldi.Ağaçta gördükleriyle aklı başından gitti.Ağacın yukarıdaki dalları arasında çilli tüy renkli iki baykuş sert,sert,gözlerini dikmiş kendisine bakıyordu.Uğursuzluk demekti baykuş,korktu ağzını sıkıca yumdu,dişlerini kapattı.Bu kuşlar adamın,yani kişinin dişlerini sayar,açık duran ağızdan eğer diş sayımı yapabilirlerse ertesi günde o kişinin ölümü olurdu.Çocukluğundan bu yana büyüklerden,yaşlılardan böyle duyulup,böyle inanılmış ve bu kanı zihinlere bu şekil yerleşmişti.Kaç kez bir baykuş birinin evinin çelenine yada bacasına konmuşsa ve orada ötmüşse,o haneden muhakkak bir ölüm olayı olmuştu.Baykuş kötülüğün habercisiydi.Hemen oradan uzaklaşıp başka bir ağaca yöneldi.Uygun bulduğu ağaçların dallarını budamaya başladı.Bir yandanda,bu işleri yaparken,sağı solu kolacan etmeyide sürdürüyordu.Barut Efe nin ilk vurduğu nacak sesiyle,bazı ağaçlardan sincaplar belirip ora bura zula yerlere saklanmaya çalışırlarken,eşekler ise nacak sesini duyuşlarıyla,yapılacak işin ne anlama geldiğini,odunları yükleneceklerini şartlı olarak bilmişlikleriyle,sahibinin işi bitirmesini beklemeye koyuldular.Köylerde eşekler ne amaç için kulanıldıklarının tecrübe ve deneyimlerini göre göre,yaşaya yaşaya tanır ve şartlanır hale dönüşebiliyorlardı.Sağımlık hayvanlar sağılacaklarını bilir,ellerde helkelerle gelen sağıcılarına ses çıkarmayarak,sağılma konumuna geçer,atlar ve öküzler arabaya koşuldukları,çift sürülecekse pulluklara bağlandıkları,döğen sürülecekse döğende nasıl yürüyüş ve hizmet anlayışları reflekslerini zaman içinde öğrenip,bu hizmetlerini sahiplerine gösterirlerdi.Barut efe elinden geldiği kadar işini çabucak bitirmeye çalışıyor,dalların bazılarını seçtiği,karar verdiği ağaçlardan rahatça nacakla indiriyor,bazılarına ise bayağı uğraşıyordu.Kara kargalar odun keserkenki bulunduğu bölgenin yakınındaki ağaçlara kondular.Onlara doğru sert sert bakıp "Ulan başımın jandarmaları,bir siz eksiktiniz" diye söylendi.Nihayet bu işleri yaparken,göz kararı odunların evde uzun bir süre yakmalara yetip yetmeyeceği akıl yürütmelerini yapıp,eşeklerinde rahatça karda batmadan yürüyebilip,yüklerini taşıyabilecekleri ağırlıkları,aklınca mizanladıktan sonra,eşeklerin üzeründeki odun taşıma kıvamına getirdiği iplere,kestiği dalları hayvanların üzerindeki semerin her iki yanlarınada sıralayıp,semer üzerindeki özel yerlerden ipleri geçirip,gerdirerek,yükleri sağlamlaştırıp,sabitledi.O aynı ses;yine rüzgarla karışık kulağına vuruyordu ama artık buralarda bu sesin rüzgarın çıkardığı ses olduğu kanısı ve düşüncesi ağır basıp,çabucak işlerini devam ettirdi.Eşekler normal ağırlıklarıyla zaten bata çıka zor yürüyorlardı,odunların yüklenip ağırlık yapmalarıyla yürümeleri çok daha zorlaştı.Çok uğraşmıştı bayağı emek vermiş,odunları keserken soluğu kesilmişti ama hayvanlar karlara batıp,saplanıyor,yürüyemiyorlardı.Yüklerini azaltmaktan başka yapacak bir şey yoktu.Nacakla çalışır,odun keserken üşümesi durmuştu.Yavaş yavaş teri soğumaya başlıyor,rüzgarın vuruşuyla soğuğu yüzünde ve bedeninde,azda olsa hissediyordu.Hayvanların yüklerini azalttı,tekrar derleyip,toplayıp azalttığı yükleri aynı şekilde eşeklere sıkı sıkıya bağladı,mavzeri bıraktığı yerden alıp omuzuna astı,sonra da deh,dehleyerek,haydi;"oğlum,yavrum" diyerek,ayakları karlara batan hayvanların,yular vazifesi gören iplerinden de asılıp,çekerek,koruluktan,biraz daha sert zemin olan,yayla yoluna çıkabildi.Bu yol;Çiftlik,Kayacık ve kuruçay köyleri arasında kaldığından,buradaki köylülerin kendisini görmemesi gerekiyordu.Bu düşüncelerle etrafına,bu köyler tarafına bakarak,kolacanlar ederek,bu yoldan çabucak uzaklaşarak,Sandı ya,kendi köyüne yol almalıydı.Kayacık köyü Höyüğü,3 eşekle birlikte yürüyüp,Sandı'ya doğru yol alırken,gerilerde,arkasında kaldığı zaman,artık rahatlamıştı.Bu rahatlıkla üşümesi geçmiş dilinde bir türkü vardı "Ormanların gümbürtüsü başıma vurur,nazlı yarin görüntüsü karşımda durur"..30/Eylül-2022 Şerafettin Sorkun/Anamur'dan

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

SELMA GÜNERİ ve LAYIK GÖRÜLEN ONUR ÖDÜLÜ

Bir şarkı dinlersiniz geçmiş yıllarınızı hatırlatan.O şarkıyla hatırasını yaşayacağınız,tekrar bulacağınızı sandığınız sokaklar yok olmuştur.Şükran Ay'ın her şarkısı Kozan sokaklarını ve sinemalarını gözümde canlandırır.Anılarımı gömdüğüm o kentte belediye otobüsleri ve uzak semtlere gidilen dolmuşlar yoktu o zamanlar.Her yerlere yayan gider,günün yorgunluklarına rağmen hayatımızda olmazsa olmaz olan sinemaların gece matinelerinden de kalmaz muhakkak her akşam sinemaya gider,paramız olmazda giremezsek,yazlık sinemaların apörlelerinden çın çın etrafa yayılan filmin müziklerini ve sesini film bitesiye kadar dinlerdik.Bu tarz biz çocuklar için bir takılma biçimiydi.Seviyorduk sinemaları,film yıldızlarını.Onların bizim dünyamızda farklı ve ayrı bir yerleri vardı.Kozan yaz geceleri yazlık sinemalarla güzeldi.Zaman ne kötü bir mevhum bütün değerler bir bir yok oldu.Selma Güneri'nin Konya/Çumra'da seyrettiğimiz filmlerinde yeni bir yüz olarak karşımıza çıkıvermesi,bizden biri...

YAŞADIKÇA

    İnanılmaz doğal güzelliklerin olduğu ağaçlar,dağlar,göller,baharla birlikte yeşeren otların yanı sıra ufukların göğe değiverecekmiş gibi göz eriminize ulaşan,gün batımlarının akşamlara dönüşen zamanları.Kulaklarınızda çın çın pervasızca eksilmeksizin süren ağustos böcekleri ötüşlerine,gökyüzünde  parıldayarak ışıklar saçan yıldızlarda dahil aklınıza gelen gelebilen bir çok güzelliklere,kapalı kapılar ardında kalınan şu günlerde özlemler duyuyorsunuz.Artan nüfuslar,mülteci adı altında ülkeye sokulan ne oldukları belirsiz insan tiplemeleri,evlerde odalarda duvarlar arasında eşyalarla birlikte sıkılmışlıklar sizi bu düşüncelere,doğaya tam teslimiyetlere itiyor.Virüs gösterdiki,aniden çepeçevre baskınlar yaparcasına bizleri sarıvermesi kendimizi hiç yaşamamış gibi hissettirdi.Sanki o kadar yılları bizler eksiltmedik,sanki üzerimizden mevsimler hiç geçmedi,kaç kez geçen sonbaharları,sonbaharlardaki yaprak dökümlerini biz hiç görmedik?.Hiç bitmeyen işlerimizin olduğunu sanı...

DOLU DOLU SEVGİLERİM

     Kendimi çok seviyorum,seviyorumki yaşamı;kendime olan tutkum ve ihtirasımla daha bir başka algılarıma düşürüp,ömrün süren her katresinden ayrı bir zevk duyuyor,mutluluğuma mutluluklar katıyorum.Böyle hazlar alarak meydana gelen oluşum,gezegeni sevmemi gerektiriyor.Yer kürede canlılar var,yaşamın her biri ayrı ayrı renk katıcı  tamamlayıcıları.Onlar olmazsa her şey anlamsız ve varlığımızı devam ettirmemiz mümkün değil.Ya bizler,biz insanlar?.Bizler sizler yani hepimiz,bazılarımız ne düşünür sek düşünelim,nasıl eleştiriler yaparsak yapalım çok harika varlıklarız.Duygularımız var,bu duyguların meydana getirdiği arzularımız,isteklerimiz hatta ve hatta gözyaşları döküp hüzünlenmelerimiz.Ağlamak kadınlara nasıl yakışır.Hüzünlenip gözyaşları dökerken ne kadar güzeller..An olur ağlamalara bile özlemler duyup,köşe bir yere çekilip gözyaşları döktüğümüz zamanlar azmıdır?.Dram filmlerini,acıklı romanları,hüzünleri sevdiğimizden okumaz veya seyretmezmiyiz?.Özlem,hasret dolu...