Ana içeriğe atla

İSTANBUL HATIRASI-8


     
O gün Büyük Ada dönüşümüzün akşamı yorgunduk.Bizim gezdiğimiz mevsimde Büyük Ada manzaraları insan kalabalıklarından arınmış olarak büyüleyiciydi.Yazları Fevzi Kaynar buranın yani Büyük Ada ziyaretçilerinin iğne atsanız yere düşmeyecek kadar çok fazla olduğunu söyledi.Artık bunaltıcı gelmeye başlayan ve günden güne kentlerde artan insan kalabalıklarından dolayı insanlar kırsalları arar hallere gelip bir gün geldikleri,boşalttıkları köylerine geri dönüp orada toprakla,tavukla,keçiyle,inekle yaşamayı öğrenip hem üretime katkılar sağlayacak hemde bu tür uğraşlarla mutlu olacaklar düşüncelerindeyim.Araç gereçlerin günden güne artmasıyla kentler yaşanmaz hallere dönüştü.İnsanlar toplu taşıma araç ve gereçlerinde,oturdukları apartmanlarda,caddelerde,sokaklarda yüz yüze ilişkiler içinde görünür gibi olsalarda esasında birbirlerine çok uzaklar.Kimse kimseyle selamlaşmaz,tanımaz robotlar gibi gelirler,giderler,ora bura hareket eder dururlar.Bostancı gösteri merkezinin yanına sebze şu bu vs.satan bir satıcı türemiş.Öyle büyük sermayesi olan biri değil,cüzi miktarda lahanadır turptur pırasadır bulunduruyor.Orası çok işlek bir yer olmadığı için zabıtalar görmüyor veya görmezden geliyor.O satıcıyı orada görüp itiraz eden rakip satıcılarda yok.Bu yüzden onu kayda değer görmüyorlar.Oflaz apartmanına doğru gittiğimiz cadde üzerinde sağlı sollu yeni apartmanlar yapılmakta.Kentsel dönüşüm adı altında bir inşaat furyası başlamışki sormayın.Büyük Ada dönüşü balıkçıya uğrayıp hamsi alıyoruz.Bu gün menüde balık var.Bu gezmelerin iştahlarımızı artırdığı muhakkak.Yemekten sonra kuruyemiş ve okey faslı başlıyor.Fevzi Kaynar'ın Çorum'daki bahçesinde bulunan üzümdür,eriktir,kayısı meyvelerinden yaptığı özel şarap ve likörlerden oluşan kokteylileri içerken devam eden iddialı okey oyunumuzla gece son buluyor.Biz yataklara çekildik.Bir İstanbul gecesi daha başladı.İstanbul geceleri sessiz değil.Dışarıda aşağıdaki Kadıköy'e kadar uzanıp giden düz Bağdat Caddesinden hemen Bostancı Gösteri Merkezinin bitişiğinde E-5 karayoluna ayrılan bir yol var.O yoldan gece boyunca hiç durmamacasına geçen araçların seslerini pencereyi açtığınız zaman rahat duyabiliyorsunuz.Bu sesler şehrin soluk alıp verişi gibi geliyor.Mevsim gereği serin rüzgarlar var.Gecede olsa martıların sesleri hiç dinmiyor.Günün yorgunluğu deliksiz bir uykuyla son buluyor.Sabahleyin kahvaltıdan sonra hiç beklemeden yukarıdaki metroya doğru yol alıyoruz.Yine daha evvelki gibi dışarıdaki asansörden metro için yerin altına indik.Gidilecek istikamet önce Kadıköy,oradan vapura binip karşıya geçmek.Kapalı Çarşıyı,Mısır Çarşısını,Mahmut paşayı,Cağaloğlunu,İstanbul Ünivesitesini,Süleymaniyeyi,Ayasofyayı,Yerebatan Sarnıcını gezip sonrada Dikilitaş Abidesine uğrayıp İstanbul'un ana merkezini bulmak.Yola çıkıp yer altı raylı sistem taşıtına bindiğimizde oturacak boş yerler bulabildik.Kadıköy'e kadar ayakta gitmemek sevindiriciydi.Kadıköy'e geldiğimizde hiç beklemeksizin iskeleye yönelip vapurun kıyıya yaklaşmasını beklerken bir yandanda bu saatlerde İstanbul'un uyanışını izlemek adına araçların hareketlerinden,dışarıdaki martılara,insan manzaralarına,büfelerdeki satıcılara kadar bu uyanışa katkı sağlayan hal ve hareketlere göz gezdiriyordum.Neydi buradaki arap ve Suriyeli vatandaş sayısı?anlam verilir gibi ve içinden çıkılabilir mantığı kıyasından çok uzak.İnsanın aklına çok sorular takılıyor.Bu insanlar paralı ülkeye rant bırakıcı insanlar değil.Libya'yı işgal eden emperyalist güç Suriye'yide işgal etmek adına bir insanlık masalı anlatmış,hiç bir ananın doğurmadığı,doğuramayacağı Dünya liderimizde balıklama atlayarak bu kadar başı boş kendi ülkesine hiyanet eder düşünce yapısındaki insanları ülkenin bütün kentlerine doldurduğu gibi güzel İstanbul'a da öbek öbek,küme küme yığmış.Sebep ne?sebebide kendince hazır.Hafız Esat bu vatandaşlara zülum ediyormuş,bizim Dünya standartlama ölçüsünde üst seviyelerde lider klasmanına giren liderimizde toplayıp yurda doldurmuş.Bir zamanlar dombili,dombalak bir Başbakanımız vardı.Arı ve petek amblemli.O da böyle bir halt yeyip ne kadar bulgar varsa ülkeye sokup yüksek maaşlarlada KİT kuruluşlarına bu gelen vatandaşları almış kendi vatandaşları per perişan yarı aç yarı tok iş aş beklerken bu yaptığı bu gubuzlukla kasım kasım kasılarak meydanlarda höykürüp durmuştu.Bu düşüncelerden sıyrılıp İstanbul gezimin içine etmeyim adına başka bir düşünceye yönlenmişken bizi karşıya götürecek vapur iskeleye yanaştı.Kadıköy'den vapurla yol alırken Haydarpaşa o kendine has görünümüyle sağ tarafımızda duruyordu.Bir zamanlar kaç tren çığlıkları bu istasyonda yankılanmış sayılmaz insan nüfusları yükleriyle çorlarıyla çocuklarıyla Anadolu'dan İstanbul'a,Almanya gurbetlerine akınlar etmişlerdi.Haydarpaşa Anadolu insanında bir umut kapısı olmuştur.Bu kapıdan bazen kimsesizler bir bilinmeyen hayata başlayışın hüznünü yaşamış umut aramışlardır.Köylerini,obalarını bırakıp gelenler ne zorluklar yaşamışlardır bunları sadece yaşayanlarla İstanbul sokakları bilir.Biz bu gezimizde şaşaadan Süleymaniye Camiinin güzelliğinden Mimar Sinanın büyük mimarlığından bahsetmeyeceğiz.Vapurdan Kızkulesinin mağrur görünümüne baktık,Çamlıcayı bu deniz yolculuğumuzda üzerine yapılan yüksek anten alıcılarıyla ve yeşilliğiyle ortaya çıkan gözümüze yansımasıyla izledik.Mısır Çarşısını,Kapalı Çarşıyı,Ayasofya'yı,Yere Batan Su Sarnıcını gezdik.Süleymaniye Camiinin Beyazıt tarafından gelinen kısmında kalan tarihi kuru fasülye lokantalarından kuru fasülye yedik.Fevzi Kaynar'ın İstanbul İktisat Fakültesinde okuduğu yıllardaki anılarını gezimizle birlikte kendi ağzından dinledik.Gülhaneye uğrayıp Nazım Hikmet'in Gülhanede çıktığı ceviz ağacını aradık.Koca koca çınarlardan başka ağaç yok.Demekki o zamanlarda Gülhanede ceviz ağaçlarıda dikiliymiş.Konu buraya kadar gelmişken Nazım Hikmet'in sevgilisiyle buluşmak için Gülhaneye geldiğini ve orada arananlar listesinde olduğundan dolayı polislerden saklanmak için bir ceviz ağacına çıkarak ceviz ağacında yazdığı şiirden ve onun hikayesini anlatan bir alıntıyı buraya eklemeden geçemeyeceğim.Nazım Hikmet, Gülhane parkındaki bir ceviz ağacının altında sevgilisi ile buluşmak üzere randevulaşır. Buluşacakları gün gülhane parkına gider ve ceviz ağacının altında beklemeye başlar, tam bu sırada polisler de orada devriyeye çıkmıştır. O dönemlerde Nazım Hikmet arananlar listesinde olduğu icin polislerden gizlenmek durumunda kalır ve bu ceviz ağacına çıkar. Nazim Hikmet ağacın tepesindeyken biricik sevgilisi Piraye gelip her şeyden habersiz ceviz ağacının altında beklemeye başlar. Polislerden dolayı aşağıya seslenemez ve çaresiz çıkarır kalemi, kağıdı ceviz ağacının tepesinde şu siiri yazar;

başım köpük köpük bulut,
içim dışım deniz,
ben bir ceviz ağacıyım gülhane parkında,
budak budak, serham serham ihtiyar bir ceviz.
ne sen bunun farkındasın,
ne polis farkında.
ben bir ceviz ağacıyım gülhane parkında,
yapraklarım suda balık gibi kıvıl kıvıl.
yapraklarım ipek mendil gibi tiril tiril.
koparıver, gözlerinin, gülüm, yaşını sil
yapraklarım ellerimdir
tam yüz bin elim var,yüz bin elle dokunurum sana, istanbul'a.
yapraklarım gözlerimdir.
şaşarak bakarım.
yüz bin gözle seyrederim seni, istanbul'u.
yüz bin yürek gibi çarpar, çarpar yapraklarım.
ben bir ceviz ağacıyım gülhane parkında,
ne sen bunun farkındasın,
ne polis farkında.
........Vay be koca şair.Kör kalmadığı gözleri o zamanın rejimlerinin aykırılıklarını gördüğü ve karşı çıktığı için ülkede kendi öz vatanında ne zorluklar çekmiş ne zorluklarla badirelerle karşılaşmış.Ruhu göğenenin (gökyüzü) en yüksek yerlerinin salıncaklarında sallansın.
......Kapalı Çarşı sallgarameye gezinilen bir insan kalabalığı içerisinde.Acıyıp ülkeye alıp aş verdiğimiz yatacak yer temin ettiğimiz Suriye vatandaşları bu çarşının sokaklarının gedikli,birbirlerinden güç alarak göya satıcı çığırtkanlıkları adına gezmeye gelen kadını kızı vatandaşları rahatsız eder korku unsurları haline gelmiş.Bunda sayıları günden güne artan bu insanları suçlamak yanlış olur.Bu yüzden bazı vatandaşlarımızın bunlara kızarak bunları suçlayarak bunlarla çatışmaya,kavgaya yönelik hal ve hareketlerde bulunmalara gitmek Türk Toplumu olarak yaptığımız yapacağımız çok büyük yanlışlardan biri olur.Her ne amaç için getirilmişler ise artık toplumsal bir sorun haline gelen gelmeyi geç ister istemez sürüklenen bu kişiler kendi vatandaşlarımızın sosyo-ekonomik sorunları yetmiyormuş gibi bunlarda mesele halini almışlardır.Bu tamamıyla sistemin başındaki zihniyetlerin suçudur vatandaşlarımızda bunlara hak ettikleri cezaları sandıklarda vermelidir.İnanırmısınız bu çarşının içinde grup grup polisler kümeler oluşturup onlarca kanun adamının buralarda bu Suriyeli vatandaşları takipleri doğrultusunda durmaları,mesai harcamaları polisin oyalanması boşu boşuna orada kadro oluşturması,düşünülmesi gereken ayrı bir ekonomik sorundur.Sistemin başındakiler tırıvırı siyaset anlayışlarından ayrılıp bir an evvel akıllarını başlarına alaraktan kendi öz vatandaşlarının refahlarına yönelik atılımlar ve hareketler başlatmalıdırlar.Süleymaniye'nin bahçesi küçük çocuk mezarlarıyla dolu.Mezarların taşlarındaki yazılar hepten arapça yahutta farsça.Bu mezarlarda yatanların öldürülen boğulan şehzadeler oldukları düşüncelerindeyim.Yukarıdaki dombili başbakan döneminde bu zat-ı muhteremde kendi annesini buraya defin ettirmiş.Cumhuriyet kavramını bilen insanlar olarak bu define karşı çıkmamız gerekirken sistemin başındak dombilinin anacığıda Süleymaniyenin bahçesine gömülmüştür.Bu partizan yağcı anlayış yani mecliste çoğunlukta olan o günkü milletin mebusları buraya defin edilmesine onay göstermişlerdir.Halk yani Türk Toplumu aç perişan,işten güçten gelecekten bir haber ama belirli bir kesim var;üzerlerinden Güneş ışınlarını hiç eksiltmemekte,gökyüzünden bunlara ışıldamakta,sadece bunları ısıtmakta.Şimdilerde farkı olmayan daha beter siyaset anlayışları ve onlara müsamaha gösteren kurum yöneticileri hep birlikte beraber haraket ederek Devletin yani Cumhuriyetin bazı valileri bir seferberlik başlatıp sistemin başındaki kişiyi memnun edipte o zat-ı muhteremde bunları bu görevlerde daimi görecek düşüncesiyle milli eğitimin nerdeyse tüm okullarını imamhatip okullarına dönüştürdüler.Bunlara 3-5 vatandaşın haricinde karşı çıkan yok.Aslında halkın çocuklarını "Çocuklarımız gericilik öğreniyorlar,çağdışı kalacaklar"diye bu okullara göndermemesi gerekir.Ne yazıkki bunu vatandaşlar tamamen bu şekil bir düşünceyi yapamıyorlar,karşı çıkamıyorlar.Ülke tamamen bir korku imparatorluğunun kıskacına alınmış vaziyette neredeyse herkes birbirinden korkar hale dönüştü.Sistemin bu şekil yani Cumhuriyet okullarının imamhatiplere dönüştürülmeleri çok şu anki sistemin başında olanların çok hoşuna gidiyor,sebebi kafası çalışan,irdeleyen araştıran anlayış istemiyorlar.Bir gün isterimki tüm bu haksızlıklar yok olur,hukuk guguk olmaktan çıkar ülkenin hakimleri savcıları her yanlıştan hesap sorar ve suçlularda cezalarını misliyle çekerler.Çekesiye kadarda ülkenin çok gerilere gideceği muhakkak.
17/Şubat-2019 Şerafettin Sorkun/İstanbul'dan

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

SELMA GÜNERİ ve LAYIK GÖRÜLEN ONUR ÖDÜLÜ

Bir şarkı dinlersiniz geçmiş yıllarınızı hatırlatan.O şarkıyla hatırasını yaşayacağınız,tekrar bulacağınızı sandığınız sokaklar yok olmuştur.Şükran Ay'ın her şarkısı Kozan sokaklarını ve sinemalarını gözümde canlandırır.Anılarımı gömdüğüm o kentte belediye otobüsleri ve uzak semtlere gidilen dolmuşlar yoktu o zamanlar.Her yerlere yayan gider,günün yorgunluklarına rağmen hayatımızda olmazsa olmaz olan sinemaların gece matinelerinden de kalmaz muhakkak her akşam sinemaya gider,paramız olmazda giremezsek,yazlık sinemaların apörlelerinden çın çın etrafa yayılan filmin müziklerini ve sesini film bitesiye kadar dinlerdik.Bu tarz biz çocuklar için bir takılma biçimiydi.Seviyorduk sinemaları,film yıldızlarını.Onların bizim dünyamızda farklı ve ayrı bir yerleri vardı.Kozan yaz geceleri yazlık sinemalarla güzeldi.Zaman ne kötü bir mevhum bütün değerler bir bir yok oldu.Selma Güneri'nin Konya/Çumra'da seyrettiğimiz filmlerinde yeni bir yüz olarak karşımıza çıkıvermesi,bizden biri...

YAŞADIKÇA

    İnanılmaz doğal güzelliklerin olduğu ağaçlar,dağlar,göller,baharla birlikte yeşeren otların yanı sıra ufukların göğe değiverecekmiş gibi göz eriminize ulaşan,gün batımlarının akşamlara dönüşen zamanları.Kulaklarınızda çın çın pervasızca eksilmeksizin süren ağustos böcekleri ötüşlerine,gökyüzünde  parıldayarak ışıklar saçan yıldızlarda dahil aklınıza gelen gelebilen bir çok güzelliklere,kapalı kapılar ardında kalınan şu günlerde özlemler duyuyorsunuz.Artan nüfuslar,mülteci adı altında ülkeye sokulan ne oldukları belirsiz insan tiplemeleri,evlerde odalarda duvarlar arasında eşyalarla birlikte sıkılmışlıklar sizi bu düşüncelere,doğaya tam teslimiyetlere itiyor.Virüs gösterdiki,aniden çepeçevre baskınlar yaparcasına bizleri sarıvermesi kendimizi hiç yaşamamış gibi hissettirdi.Sanki o kadar yılları bizler eksiltmedik,sanki üzerimizden mevsimler hiç geçmedi,kaç kez geçen sonbaharları,sonbaharlardaki yaprak dökümlerini biz hiç görmedik?.Hiç bitmeyen işlerimizin olduğunu sanı...

DOLU DOLU SEVGİLERİM

     Kendimi çok seviyorum,seviyorumki yaşamı;kendime olan tutkum ve ihtirasımla daha bir başka algılarıma düşürüp,ömrün süren her katresinden ayrı bir zevk duyuyor,mutluluğuma mutluluklar katıyorum.Böyle hazlar alarak meydana gelen oluşum,gezegeni sevmemi gerektiriyor.Yer kürede canlılar var,yaşamın her biri ayrı ayrı renk katıcı  tamamlayıcıları.Onlar olmazsa her şey anlamsız ve varlığımızı devam ettirmemiz mümkün değil.Ya bizler,biz insanlar?.Bizler sizler yani hepimiz,bazılarımız ne düşünür sek düşünelim,nasıl eleştiriler yaparsak yapalım çok harika varlıklarız.Duygularımız var,bu duyguların meydana getirdiği arzularımız,isteklerimiz hatta ve hatta gözyaşları döküp hüzünlenmelerimiz.Ağlamak kadınlara nasıl yakışır.Hüzünlenip gözyaşları dökerken ne kadar güzeller..An olur ağlamalara bile özlemler duyup,köşe bir yere çekilip gözyaşları döktüğümüz zamanlar azmıdır?.Dram filmlerini,acıklı romanları,hüzünleri sevdiğimizden okumaz veya seyretmezmiyiz?.Özlem,hasret dolu...