Ana içeriğe atla

İSTANBUL HATIRASI-7


 Adaları Bostancı sahillerinden gördüğünüz ve vapura binip adalara geldiğiniz zaman adalarla ilgili yakılan türküleri aklınıza geliyor.Biz Büyük Ada'ya vapurdan inişimizle iskele çıkışında bizi güvercinler karşıladı.O kadar fazlalarki,insanlar oraya çömelip yemeleri için yanındaki torbasından kenardaki sahanlara doldurduğu yemleri satan satıcıdan yem alıp bu güvercinlere atıyorlar güvercinler yemlenirkende uçuşan,kaçışan yemlerin yoğunluğuna biriken güvercinlerle kendileride bu karelerin içine girmeye çalışarak ada hatırası olsun adına resimler çektiriyorlar.Bunları yapanlar genellikle kadınlar ve sevgilileriyle birlikte gelen çiftler.Evet adaları görünce,adalara gelince adalarla ilgili şarkılar aklımıza geliyor dedik.Bunlardan bir tanesi bestesi ve güftesi Osman Nihad Akın'a ait olan ve çok beğeniyle çeşitli sanatçılardan dinlediğimiz"YİNE BU YIL ADA SENSİZ"şarkısı..Bu şarkıyı zannediyordukki Osman Nihad Akın Büyük Ada'da sevdiğiyle çok güzel zamanlar geçiriyorda bir kaç senedir sevgilisi ada'ya gelmiyor bu gelmeyişinden dolayı ona olan özlemini dindirmek adına bu şarkının sözlerini yazıp besteleyip bizlere sunuyor.Şarkının geçmişi araştırılınca veriler bu şarkının hikayesinin aşağıdaki bir alıntıda anlatıldığı gibi olduğunu öğreniyor.(Tarihçi, yazar, şair, Darülfünun Tarih Müderrisi olan Ahmet Refik Altınay,1881 yılında Beşiktaş'ta doğdu. Ahmet Refik Altınay, Türkiye'de popüler tarihçiliğin kurucusu ve en başarılı kalemi sayılır. Yazdığı yüze yakın kitap ve bine yakın makalede, resmi belgeleri ve diğer tarihsel kaynakları titizlikle yorumlayarak kullanmış, gerektiğinde öyküleştirerek anlatmıştır. Ekim 1937 tarihinde İstanbul'da 56 yaşında iken zatürreeden vefat etti.

Osman Nihat ile Altınay iyi arkadaşlardı, beraber tavla oynar ve Büyükada Dil Burnu'nda beraber gezerlerdi.
Kader onları 1937 yılında Altınay'ın ölümü ile ayırdı. Bu duruma çok üzülen Osman Nihat Akın, Altınay'ın birinci yıl dönümünde yine Dil Burnu’nda gezerken hislerini nağmeye döktü ve dilimizden düşmeyen “Yine bu yıl ada sensiz içime hiç sinmedi” isimli Nihavent şarkıyı arkadaşının anısına besteledi.)Alıntı................................................................................Bu alıntıdaki hikayeyi öğrendikten yani şarkının arkadaşına yapıldığını öğrenildikten sonra şarkı ister arkadaşa ister sevgiliye yakılmış bir şarkı olsun her zaman itibar bulmuş ve çok sevilen bir şarkı olmuştur.Büyük Ada'da Suriye'li ve Arap turistler fazlalıkta.Araplar faytonlara biniyorlar,faytonlar onları taşımaktalar.Ben ve grubum yayan yürümeyi ön plana alan zihniyetleriz.Asla bu ada'da uçsuz bucaksız olsada hiç bir araç ve gerece binmeden gezmelerimizi yayan yapıldak tamamlarız.Adımlarla katedilen mesafelerin anlamı ve değeri büyük olur.Bana kalsa ben burada faytonlarıda yasaklar insanların aktivititelerini her tür gidiş ve gelişlerini yayan yapmalarını yeğ tutarım.Yol boyunca Aya Yorgi kilisesine doğru yürüyoruz.Bazen yokuşlar çıkıyor bazen bayırlar aşağı iniyoruz.Araç vs.yok bu Ada'da insanlar rahatsız olmaması için motorlu araçlar yasak.Akülü olan velesbitler ve 3 tekerlekli akülü araçlar var.Dil Burnu'na yaklaştığımızda orada bazı bilgiler Dil Burnu giriş yerinin duvarlarına asılmış.Zeki Müren,Ayhan Işık,Belgin Doruk,Kartal Tibet,Hülya Koçyiğit burada Dil Burnunda Yeşilçam Sinemasının şaşalı olduğu zamanlarda filmler yapmışlar.Müzik şölenleri yaptıkları,film çekimlerinin olduğu bilgileri.ve resimleri var.Aya Yorgi kilisesinin istikametine doğru yolumuz devam ediyor.Çam ağaçları yol güzergahımızın sağında ve solunda.Çeşit çeşit bu çam ağaçlarından kuş sesleri geliyor.Faytonlar gelip gidip yolcu taşıyorlar.Yolda çam ağaçlarının arasında Ada'ya terk edilmiş at ve 1-2 yaşlarında tay sürülerine rastlıyoruz.Bizlere fazla yaklaşmıyorlar ama kaçmıyorlarda.Bir tane tay'ın bana öyle güzel bir bakışı vardıki hiç unutamadığım bir bakış olarak bu ada'da geçirdiğim günler aklıma geldikçe o güzel tatlı bakışları hep hatırlayacağım.Faytonlar belirli bir yerde yolcularını bırakıyorlar.O bıraktıkları yerden yayan devam edilip Aya Yorgi kilisesini ziyaret ediyorlar.Artık bu yayan yürüyüşle kimileri bir makarayı bir yere bırakıp yol güzergahından makaranın ucundaki ipide çekerek yukarılara doğru ipi götürüyor ipin gelmediği yerde bir dilek tutarak ipi gelmediği yere bırakarak tepeye,Aya Yorgi ye doğru yürüyor.Tamamen batıl inançlar ama herkeslerin inançlarına bir başkasına zarar vermedikçe saygı duymak ve göstermek gerekir.Tepeye oflaya puflaya çıktık.Kilise kapalı biz kapalı saate denk gelmişiz.Benim kilise şu bu derdim değil.Dini bir sömürü olarak görüyorum zarar vermedikleri müddetçe ne yaparlarsa yapsınlar ama ne yazıkki zararlı ve tehlikeli olabiliyorlar.Neyse bu konuların kimse şimdilere kadar üstesinden gelip içinden çıkamamış.Bende çıkamayacağıma göre susmaktan başka yapacak bir şey yok.Büyük Ada'nın bu en tepesinden İstanbul'a baktık,arka tarafındaki dürbünden öbür adaları seyrettik.Dönerken yorgun ama mutluyduk.
15/Şubat-2019 Şerafettin Sorkun/İstanbul'dan

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

SELMA GÜNERİ ve LAYIK GÖRÜLEN ONUR ÖDÜLÜ

Bir şarkı dinlersiniz geçmiş yıllarınızı hatırlatan.O şarkıyla hatırasını yaşayacağınız,tekrar bulacağınızı sandığınız sokaklar yok olmuştur.Şükran Ay'ın her şarkısı Kozan sokaklarını ve sinemalarını gözümde canlandırır.Anılarımı gömdüğüm o kentte belediye otobüsleri ve uzak semtlere gidilen dolmuşlar yoktu o zamanlar.Her yerlere yayan gider,günün yorgunluklarına rağmen hayatımızda olmazsa olmaz olan sinemaların gece matinelerinden de kalmaz muhakkak her akşam sinemaya gider,paramız olmazda giremezsek,yazlık sinemaların apörlelerinden çın çın etrafa yayılan filmin müziklerini ve sesini film bitesiye kadar dinlerdik.Bu tarz biz çocuklar için bir takılma biçimiydi.Seviyorduk sinemaları,film yıldızlarını.Onların bizim dünyamızda farklı ve ayrı bir yerleri vardı.Kozan yaz geceleri yazlık sinemalarla güzeldi.Zaman ne kötü bir mevhum bütün değerler bir bir yok oldu.Selma Güneri'nin Konya/Çumra'da seyrettiğimiz filmlerinde yeni bir yüz olarak karşımıza çıkıvermesi,bizden biri...

YAŞADIKÇA

    İnanılmaz doğal güzelliklerin olduğu ağaçlar,dağlar,göller,baharla birlikte yeşeren otların yanı sıra ufukların göğe değiverecekmiş gibi göz eriminize ulaşan,gün batımlarının akşamlara dönüşen zamanları.Kulaklarınızda çın çın pervasızca eksilmeksizin süren ağustos böcekleri ötüşlerine,gökyüzünde  parıldayarak ışıklar saçan yıldızlarda dahil aklınıza gelen gelebilen bir çok güzelliklere,kapalı kapılar ardında kalınan şu günlerde özlemler duyuyorsunuz.Artan nüfuslar,mülteci adı altında ülkeye sokulan ne oldukları belirsiz insan tiplemeleri,evlerde odalarda duvarlar arasında eşyalarla birlikte sıkılmışlıklar sizi bu düşüncelere,doğaya tam teslimiyetlere itiyor.Virüs gösterdiki,aniden çepeçevre baskınlar yaparcasına bizleri sarıvermesi kendimizi hiç yaşamamış gibi hissettirdi.Sanki o kadar yılları bizler eksiltmedik,sanki üzerimizden mevsimler hiç geçmedi,kaç kez geçen sonbaharları,sonbaharlardaki yaprak dökümlerini biz hiç görmedik?.Hiç bitmeyen işlerimizin olduğunu sanı...

DOLU DOLU SEVGİLERİM

     Kendimi çok seviyorum,seviyorumki yaşamı;kendime olan tutkum ve ihtirasımla daha bir başka algılarıma düşürüp,ömrün süren her katresinden ayrı bir zevk duyuyor,mutluluğuma mutluluklar katıyorum.Böyle hazlar alarak meydana gelen oluşum,gezegeni sevmemi gerektiriyor.Yer kürede canlılar var,yaşamın her biri ayrı ayrı renk katıcı  tamamlayıcıları.Onlar olmazsa her şey anlamsız ve varlığımızı devam ettirmemiz mümkün değil.Ya bizler,biz insanlar?.Bizler sizler yani hepimiz,bazılarımız ne düşünür sek düşünelim,nasıl eleştiriler yaparsak yapalım çok harika varlıklarız.Duygularımız var,bu duyguların meydana getirdiği arzularımız,isteklerimiz hatta ve hatta gözyaşları döküp hüzünlenmelerimiz.Ağlamak kadınlara nasıl yakışır.Hüzünlenip gözyaşları dökerken ne kadar güzeller..An olur ağlamalara bile özlemler duyup,köşe bir yere çekilip gözyaşları döktüğümüz zamanlar azmıdır?.Dram filmlerini,acıklı romanları,hüzünleri sevdiğimizden okumaz veya seyretmezmiyiz?.Özlem,hasret dolu...