Ana içeriğe atla

SANDI'dan SİLİNEN SİLİ-8


    O gün Sili yüzüne,gözüne,vücudunun her tarafına rüzgar etkisiyle vuran,bunaltıcı kar taneleri sıklıklarından,rastgele bilmeziye yürümeye çalışırken,bu taneciklerden kurtulma düşünceleriyle,gayri ihtiyarı karartı şeklinde göz erimine zuhur eden,çok büyük bir kaya kütlesini nasıl olup farketmişse,kardan,soğuktan kurtulmak için,orayı güvenceli kurtuluş yeri olarak düşünüp,oraya o,karlarla kaplanmış kaya parçasına doğru yönelmiş,kayanın diplerine sığınmıştı.Kardan korunacağı tüm çalışmaları ve çabaları elleriyle,ayaklarıyla yaptığı uğraşlarıyla yumuşak karları temizleyerek kaya dibini yerleşebilecek,korunabilecek bir duruma getirdi.Kaya kütlesi soğuk rüzgarı kesiyor,kar yağışlarınada kafaya giyilen şapka tereğinin güneşe siper olduğu gibi siper oluyordu.Soğuktan korunulacak bir sığınak değildi.Sadece bir nebze,bir solukluk beyazlıkların uçsuz bucaksızlığından,bir yer olarak görseline burası ilişmiş,üşümüşlüğün ve korkunun kıskacından buraya sığınmaya mecbur olmuştu.Çaresizdi ama üşümesi,dışarıda açıkta olmasından daha iyi bir duruma gelinmiş,biraz geçmişti.Yattığı yatağı,bulunduğu köy odası sığınağı,evini özlemişti.Aklına odasında gürül gürül meşe odunlarının yandığı sobası geldi.Bu durumu hayalen yaşamak bile üşümesini kesiyor,rahat olmasını sağlıyordu.Kepeneğin altındaki sağ omuzu tarafına aldığı askılı azık torbasını çıkardı.Sol tarafında gocuğunun altında koyunları keçileri otlatırken çaldığı kavalı yerinde duruyordu.Eliyle onun,göğsünün sol tarafına,sağ elini götürüp,elleyerek varlığını hissetti.Zamanın neresinde olduğunu kavrayamıyordu.Her taraf yer gök kar boran içindeydi.Acıkmıştı.Karlar üzerinde açtığı azık torbasından soğuktan uyuşmuş üşüyen ve titreyen elleriyle şebit ekmek çıkarıp Keş (Çökelek) saçaladı.Sonra dürüm yapıp yemeye başladı.Yedikten sonra doymadığını hissedip torbadan bir dürümlük ekmek ve keş çıkararak aynı şekilde dürümleyip,yeyip yuttu.Torbasını bağlayıp kaldırdı.Aşkı meşki unutmuş,hayalinden geçirdiği sıcacık odasının olduğu köye geri dönecekti.O kadar çok kar vardı ve o kadar çokta hiç durmadan yağıyorduki buralara kadar nasıl geldiğinin bilincinde değildi.Nerede olduğunun muhakemelerini yapıyor,burasının neresi olacağı üzerinde bir fikir ve düşünce yürütemiyor,burasının şurası diyeceği bir karara varamıyordu.Aklına çok iyi olduğu bir düşünce geldi.Kavalını çıkarıp çalacak,bu şekilde çalma sesi duyulacak,yakın yörelerde birileri varsa,sesin olduğu yere gelerek,onu rahatça bulabileceklerdi.Bulunduğu yerden çıplak gözle görüş alanına giren her tarafı taradı.Karlar vardı,karlar yağıyordu,hiç durmadan gökyüzünde uçup duran,beyaz kelebekleri andıran karlar.Çöktü siper olduğu kayanın dibine,çıkardı kavalını sol koltuk altından.Tüm garipliğini getirdi yaşantısındaki aklından.Devre'yi yaylada görüşüyle,bir ateşin içini yakışına,sonra onun kayboluşuna kadar tüm evreler aklından geçiyordu kavalını üflerken.

     Barut Efe köy insanı huy mizaç karekter yapılarından uzak ve ayrıcaklı,kendine göre takılan ve kimselere uymayan davranışlarıyla işi gücüde ne zaman yapacağı üzerinde belirsizlik ve zamansızlık olan,bu şekil garip davranışlarıyla normal insanlardan daha farklı yapıda olduğu üzerinde,köy insanlarının tamamında ortak bir kanı oluşturmuştu.Herkes gider mersine o gider tersine misali o onlara,yani köylüye uymuyor,kimseyle birliktelik yapmıyor,yalnız takılıp kendisini,herkeslerin birlikteliklerinden ve kararlarının dışında tutuyordu.Millet yayladan kışlık odunlarını güz aylarında tedarik etmeye giderken,o komşularının hatırı geçenlerden aldığı bir kaç merkeple,kış ortasında taa yaylaya kadar gitmeyip,daha yakın yerlerden kurumuş ağaçlardan bulabildiği odunlardan kışlık yakacağını getirmeye gidiyordu.Kışın karların düşüp,ormana odun getirmeye gitmesiylede,ormancılarla karşılaşma ve yakalanma korkusu çekmiyor,ortamın müsaitliğiyle işlerini rahatça görebiliyordu.Orman suçu en ağır suçlardan biriydi.Bu suçu işlerken yakalanılırsa kendin ve çorun çocuğun artık bir daha devlet kurumlarından asla yararlanamayacak mahkumiyetlere çarptırıldığı gibi,çok ağır hapis cezalarıda alınabiliniyordu.Kasabaları Ahırlı'daki Ormancı Hüsamettin,yaş ağaç kesene hiç acımıyor,babasının oğlu olsa gözünün yaşına bakmıyor,defterini dürüyordu.Ara ara köy muhtarlarına manyetolu telefonla telefonlar çekip,orman dairesinde"Şef in orman üzerine talimatları var" diye çağırarak,burada toplanan köy muhtarlarına verilen yaş ağaç kesilmemesi üzerine konferansları yapılıyor,onlar giderkende "Gördünüz beyler bir ağacın,bir fidanın ne demek olduğunu" diye,kışlık ağaç ihtiyaçlarını kurumuş ağaçlardan,ayrıca gövdelerinden değilde dalların budanması anlamında,budama şeklinde yapılarak temin etmelerini,ders niteliğinde öneriyordu.Hele hele genç ağaçların kesilmeleri yapılırsa,bu suçu işleyenler;değil ormanda keserken,evlerinde,bahçelerinde,hayvan ahırlarında zula edilip saklanıldığı aramalarla tespit edilirse,fidanlara rastlanırsa,suç üstü yapılıp görülen fidan sırıkları,delil ve kanıt olarak değerlendirilerek,kişi ve kişiler hemen kelepçelenip tutuklanarak mahpus edilebiliniyordu.Kasabanın etrafındaki tüm köylerin köy muhtarları,orman idaresi şefinin anattıklarını da kendi köylerinde köylüye anlatıyorlar ormanlar bilinçli ve şuurlu bir iradeyle korumaya alınıyordu.Köylerde bazıları hariç,köylünün aklı selim düşünen çoğunluğu,bunun bilincindeydi.Orman demek servet demek,zenginlik demekti.Birde kış şartlarından ağaçların bazılarının su tutan gövdeleri don yapıyor ve aşırı rüzgarlarda don yapan bu ağaçlar gövdelerinin rüzgarın gücüne karşı koyamadığından ya ortasından kırılıyor yada diplerinden sökülerek yıkılıyordu.Barut efe bu tecrüblere erişmiş biriydi.Daha evvel böyle kış günlerinde elinde tüfek ava çıktığı zaman yıkılmış ağaçlara çok rastlamış.Zaman ve zemin elvermesede,bu şekil odun temin etmeye gitmelerinde asla yüksüz dönmemişti.Hayvanların karların üzerinde yüklerle bata çıka gelmeleri dönüşlerde meşakkatli ve zor olsada,yakacaksız kış demek,donarak ölüm demekti.İki üç kez yakımlık odunu kalmış onlardan sonra sobada yakacağı kalmamıştı.Seçtiği gün ve zaman çok yanlış zamandı ama Barut Efe böyle kar kış günlerinde çok gitmiş,ilk gitmiyordu.Hava şartları ne olursa olsun eve muhakkak ama muhakkak bir kaç günlük odun temin edip,bulup götürecekti.Eşeklerin bu karda yükle çıkamayacaklarını biliyordu.Çok yüklemem diye içinden geçirdiği düşünceleri ve soğuk onu dağa odun getirmeye itiyordu.İşte bu hikaye burada bu şekil kıstırılmışlıkla sonmu buluyordu?.Doğa çaresizlik getirmişti.Karlar,soğuk,yön tayin edememe ve burada hiç bir yere gidememeyle,zorunlu bir mahkumiyetin içine alınmış,yani düşülen kıskaç,kıskaçla birlikte durağan,sabitlik içinde olunan,bulunulan yerden,hiç bir yerlere bir tek adım atamama,durağanlığa mecburiyet kurtuluş çaresi olarak bu sesleri bir duyan olur da yardıma gelirmi düşünceleriyle,vuruyordu nefesiyle kavalına.Bundan başka yapacak bir şeyi kalmamıştı ve yoktuda.Burada ne kadar süre kalabilirdi,soğuğa kaç gün donmadan dayanabilir,sulayıp ıslatarak bohça yaptığı şebit ekmekler,katık olsun diye bir çıkına koyduğu Keş(Çökelek),ne kadar süre kendisine,karnını doyurmaya,açlığını gidermeye yetebilirdi?Ya karanlık basınca:Ayazı,soğuğu bilen tanıyan biriydi.Çok üşümüş ayaz gecelerin akşamlarında çok sabahlamıştı.Yön tayin etmeye çalışmalı,geldiği yerlerin neresi olduğunu bulabilmeli,gerisin geri dönmeliydi.Geceyi sevmezsen,ortamın olmazsa zihnin ile ruhun arasında uyuşmazlık olur,uykular bir türlü tutmaz,sabahlara kadar gözlerini hiç kısmassın.Akşamı ve akşamında devam edecek karanlık,zifir geceyi isteme yada istememe artık kişinin elinde değildir..10/Ocak-2022 Şerafettin Sorkun/Konya'dan


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

SELMA GÜNERİ ve LAYIK GÖRÜLEN ONUR ÖDÜLÜ

Bir şarkı dinlersiniz geçmiş yıllarınızı hatırlatan.O şarkıyla hatırasını yaşayacağınız,tekrar bulacağınızı sandığınız sokaklar yok olmuştur.Şükran Ay'ın her şarkısı Kozan sokaklarını ve sinemalarını gözümde canlandırır.Anılarımı gömdüğüm o kentte belediye otobüsleri ve uzak semtlere gidilen dolmuşlar yoktu o zamanlar.Her yerlere yayan gider,günün yorgunluklarına rağmen hayatımızda olmazsa olmaz olan sinemaların gece matinelerinden de kalmaz muhakkak her akşam sinemaya gider,paramız olmazda giremezsek,yazlık sinemaların apörlelerinden çın çın etrafa yayılan filmin müziklerini ve sesini film bitesiye kadar dinlerdik.Bu tarz biz çocuklar için bir takılma biçimiydi.Seviyorduk sinemaları,film yıldızlarını.Onların bizim dünyamızda farklı ve ayrı bir yerleri vardı.Kozan yaz geceleri yazlık sinemalarla güzeldi.Zaman ne kötü bir mevhum bütün değerler bir bir yok oldu.Selma Güneri'nin Konya/Çumra'da seyrettiğimiz filmlerinde yeni bir yüz olarak karşımıza çıkıvermesi,bizden biri...

YAŞADIKÇA

    İnanılmaz doğal güzelliklerin olduğu ağaçlar,dağlar,göller,baharla birlikte yeşeren otların yanı sıra ufukların göğe değiverecekmiş gibi göz eriminize ulaşan,gün batımlarının akşamlara dönüşen zamanları.Kulaklarınızda çın çın pervasızca eksilmeksizin süren ağustos böcekleri ötüşlerine,gökyüzünde  parıldayarak ışıklar saçan yıldızlarda dahil aklınıza gelen gelebilen bir çok güzelliklere,kapalı kapılar ardında kalınan şu günlerde özlemler duyuyorsunuz.Artan nüfuslar,mülteci adı altında ülkeye sokulan ne oldukları belirsiz insan tiplemeleri,evlerde odalarda duvarlar arasında eşyalarla birlikte sıkılmışlıklar sizi bu düşüncelere,doğaya tam teslimiyetlere itiyor.Virüs gösterdiki,aniden çepeçevre baskınlar yaparcasına bizleri sarıvermesi kendimizi hiç yaşamamış gibi hissettirdi.Sanki o kadar yılları bizler eksiltmedik,sanki üzerimizden mevsimler hiç geçmedi,kaç kez geçen sonbaharları,sonbaharlardaki yaprak dökümlerini biz hiç görmedik?.Hiç bitmeyen işlerimizin olduğunu sanı...

DOLU DOLU SEVGİLERİM

     Kendimi çok seviyorum,seviyorumki yaşamı;kendime olan tutkum ve ihtirasımla daha bir başka algılarıma düşürüp,ömrün süren her katresinden ayrı bir zevk duyuyor,mutluluğuma mutluluklar katıyorum.Böyle hazlar alarak meydana gelen oluşum,gezegeni sevmemi gerektiriyor.Yer kürede canlılar var,yaşamın her biri ayrı ayrı renk katıcı  tamamlayıcıları.Onlar olmazsa her şey anlamsız ve varlığımızı devam ettirmemiz mümkün değil.Ya bizler,biz insanlar?.Bizler sizler yani hepimiz,bazılarımız ne düşünür sek düşünelim,nasıl eleştiriler yaparsak yapalım çok harika varlıklarız.Duygularımız var,bu duyguların meydana getirdiği arzularımız,isteklerimiz hatta ve hatta gözyaşları döküp hüzünlenmelerimiz.Ağlamak kadınlara nasıl yakışır.Hüzünlenip gözyaşları dökerken ne kadar güzeller..An olur ağlamalara bile özlemler duyup,köşe bir yere çekilip gözyaşları döktüğümüz zamanlar azmıdır?.Dram filmlerini,acıklı romanları,hüzünleri sevdiğimizden okumaz veya seyretmezmiyiz?.Özlem,hasret dolu...