Ana içeriğe atla

BOZKIR SONYAZ MAHALLEMİZ



 

  Bozkır Sonyaz mahallesine sabahın ilklerinde,kapalı mezbaha arabasıyla Çakmak Alısı(Ali) gelir.Yukarıdaki dere yatağının üzerindeki mezbahada kesilen kasaplık hayvanlar bu arabaya yüklenir,yüklendikten sonra çarşıdaki kasaplara teslim edilmek üzere çakmak alısı tarafından dağıtıma çıkarılırdı.Kesilen hayvanların götürüldüğü bu kapalı mezbaha arabası öyle sanılan biçimde,görmeden kafanızda tasavvurlar edip,şeklini bilebileceğiniz bir araç değildir.Bir atın çektiği alalede basit bir araba düşünün,Amerikan kovboy filmlerinde seyredip gördüğünüz posta arabalarını aklınızdan geçirin,o posta arabaları gibi birkaç atın çektiği koşumlarıyla,görünümüyle farfaran göz alıcı değilde,tenteye benzer ama teneke saçla kaplanmış,önünde sürücüsünün oturup rahatça dizginleri kontrol edeceği içinde belirli yerlerde oynamaz demir kancalar olup ve bu kancalara kesilen hayvanların takıldığı çok özel yapılmış tek bir atın çektiği bu arabayı bizim Bozkır'daki Sonyaz mahallesinden Belediye denetiminde kesilen kasaplık hayvanların etlerini,hayvanlar kesildikten sonra aşağıdaki çarşıda kasaplara dağıtmak üzere yine belediye çalışanı olan çakmak alısı (Ali) bu anlattığım arabayla götürürdü.Çakmak alısı iri,balaban görünümlü,sert bakışlı birazda bu işleri yaparken bağırıp çağıran yapıda biri olduğundan bana o çocukluk yıllarımda hep korku vermiştir.Mezbahanın altında bir dere yatağı vardır.Bu dere devamlı;şırıl şırıl suları akan bir dere değildir.Kar ve yağmur yağışlarıyla suların tepelerden koyak şeklinde bulduğu yerlerden toplanıp çoğalmasıyla burayı aka aka yatağa döndürdüğü,yağmurlar çok yağdığı,karların yukarılardan erimeye başladığı zamanlarda ise debisi artan biz mahalle çocuklarının kenarlarında vakit geçirdiğimiz küçücük bir su yoludur.Bu dere çukuru derenin içinde,suyu sürekli varmış gibi düşünülmesin.Yaz sıcaklarında artık bu koyak içindeki dere yatağı bizim sapanlarla kuş avlamak için toparlak bolca 
kumluk ve küçük çakılların  olduğu bir güzergaha dönmüştür.Derenin bazı yerleri debisinin yüksek olduğu zamanlarda yer yer çukurlara oluştuğundan,çukur yerlerde suların fazlalığı dikkat çeker.Buralarda kurbağalar vırraklayarak biraz daha fazla ömür sürerler.Dere aşağıdaki Sarı ot yaylasından gelen ve Bozkır'ın içinden geçen Çarşamba Çayı'na ulaşır.Sular bu birleşimle daha çoşkun ve daha heybetli bir hâl alır.Bu derede sular sadece yağışlar olduğu zaman akar sair zamanlarda çoğunluk kurudur.Çakmak alısının nasıl belirli zamanlarda mezbaha arabasıyla tangur tungur,söylene söylene gelişi bir simgeyse,bu küçücük,yağışlar olduğu zaman sel geliyor diye tepelere kaçıştığımız derecikte Sonyaz mahallemizde kenarlarından ekşi karamıklar toplamalarımıza kadar anılarımızda ön plana çıkan bir simgedir.Bu derenin üzerinde bir köprü vardır,köprünün üzerindeki şose yol;Akçapınar,Aliçerçi,Bademli,Meyre,Aşağı öz,Yukarı öz,Kayacık,Çiftlik,Sandı,Yalıhüyük Akkise,Saray ve Karaviran köylerinin yanı sıra aynı zamanda Seydişehir ulaşım yoludur.Köprünün öbür tarafında Onbaşı Memet amca oturur.Mahallede galiba askerlikte onbaşı rütbesine haiz bir görev üstlendiği için bu şekil bir isim verilip benimde çocukluk yıllarımda bu lakapla hatıralarımda bu şekil yer işgal eder.Mehmet amca nın Pahalı Duran lakaplı büyük oğlu atılgan ve cesur,gözünü budaktan sakınmaz,heybetli yapısıyla mahallenin filinta delikanlılarından biridir.Ortanca oğlunun ismi Mevlüt'tür,Mevlüt Pahalı Duran'a göre daha muhlis bir yapıda ve güler yüzlüdür.3 Çocuklu Onbaşı Mehmet amcanın en küçük kızları Şükran benimle yaşıt olup aynı zamanda ilk okul birinci sınıfta beraber okuduğumuz sınıf arkadaşımdır.Köprünün öbür tarafında başka bir yol daha vardır o yolda Çat,Dere ve Sorkun köyleri yoludur.Bu köyler sonraları kasabalara dönüşmüştür.Yolun beri tarafında ise Semerci Hasan amca karısı Güllü abayla ufacık evlerinde Bozkır' Sonyaz mahalesinin değişmez simaları olarak bilinirler.Bir altlarında kamyonu olup nakliyecilik yapan Dere köylü Halil İbrahimin evleri vardır.Omarın yokuşuna doğru ilkokuldan öğretmenlerimiz Fehmi Bütün ve Baki Gökgül'ün evleride bu yol güzergahlarındadır.Omar halk dili deyimidir ben çocukken bile çok yaşlı olan amcanın ismi Ömer'dir Bozkır Gençler Birliği spor kulübünün adıyla iz bırakmış santroforlarından Pele lakaplı Bahattin ve benim sınıf arkadaşım Serpil'in dedeleridir.Ömer amca şose yolun hemen dibindeki bahçenin sahibi olduğundan onun orada başlayan küçük rampaya Bozkır ve Sonyaz mahalle sakinleri Omarın Yokuşu adını vermişlerdir.Ömer amca çarşıdaki evinden yaz ve başlayan bahar aylarında eşeğiyle yokuşun solunda kalan bahçesine gelip gidişleriyle hatıralarımda iz bırakanlardan biridir.Bizim evler yüksekçe tepelerde,yolun kenarındaki dizili.Semerci Hasan,Onbaşı Mehmet,kamyoncu Dere köylü Halil İbrahim ve Kayapınardan cambazlar lakaplı Tahsin ve biraderi Niyazi'nin evleri aşağıda yolun alt ve üst kısımlarında sağlı sollu olup,mahallenin tamamlayıcılarıdırlar.Yağışlar olmadığı zamanlar derenin suları durulur,durulan bu sular o yıllarda bazı derin olan yerlerde pırıl pırıl bir görünüm arzeder,adeta içine girip yüzmek gibi bir düşünceyi kafamızdan geçirtirdi.Şimdilerde ne haldedir,nicedir pek gidemediğimden bilmiyorum.Mahallenin kadınları eskiden evlerde şimdiki gibi çeşme olmadığından yağışları fırsat bilerek bu duru sulardan yararlanmak amacıyla kara kazanları oralara taşırlar,bu kazanları saç ayağına oturtarak içinide bu dereden akan sularla doldurup altını yakarak kazanlar içerisinde çamaşırlar kaynatıp tokaçlarla döğerek çamaşır yuma (yıkama) eylemini gerçekleştirirlerdi.Bu yetmezmiş gibi kendimi o zamanlarda kocaman bir adam sandığım düşüncelerde iken Anam beni ve kardeşlerimi bütün mahallenin yaşıtım kızlarının önünde çırılçıplak soyar,büyükçe bir taş üstünde burada yıkardı.Benim her itirazımda Anam bana ikide tokat atar gözlerimi sıkıca kapayarak mahallemizin kızlarının bakışları ve gülüşmeleriyle mahcup vaziyetlere düştüğüm o günkü durumları şimdi gülerek hatıralarımda hiç unutamadığım anılarım olarak yad ederim.Bu arada sadece benim anam değil bütün küçük çocukların mahallemizdeki anaları çocuklarını bu dere kenarında bir taşın üzerinde dikili vaziyette üzerinden sular döküp sabunlayarak yur,yıkarlardı.Sonyaz Mahallesinde sabahın ilk saatlerinde inekleri olan mahalle sakinleri inekleri akşama kadar yayması için belli bir yerde duran çobana sabahtan teslim eder,akşam gün inerken inekler aynı yerden ahıllara alınması ve sağılması için çobandan geri alınırdı.Çoban ineklerle giderken "Dalgalandımda duruldum,koştum ardından yoruldum,binlerce güzel gördümde en son sana vuruldum"diye bir şarkı söyler bu şarkıyla tepelere ineklerle yol alıp çıkarken,bende evlerin içinde çeşmeler olmayıp suların dışarılardaki oluklardan dolduruldukları o zamanlarda evin sularının bitmesiyle koca güğümü alır mezbahanın üzerindeki oluğa su doldurmaya gittiğimde net ve rahatça duyardım.Mahallenin çobanın bu saatlerde inekleri önüne katmış,dere koyağının kenarlarındaki karamık çalılarının oralarda kalmış ineklerede ara ara heyt hayt diye seslenerek onların göz erimi ve kontrolünde dağa doğru yol alışı,benim tepelerden rahatça panoramik seyir edebileceğim göz eksenim altında olurlardı.Çoban bir süre bu gidişten sonra inekleri bir yerde toplar ve durmalarını sağlar kendiside sessiz beklemeye başlardı.Şose yolun beri tarafındaki evlerden bir siulet belirir tanıdığımız komşuların kızı olan bu siulet yağışlar olmadığı zamanlarda dere yatağının içinden,derenin kenarındaki karamık çalıları ve fundalıklardan gizlice ama koşa koşa çobana doğru giderdi.Meğer bu şarkı bir işaretmiş,meğer o yıllarda çoban ve bu komşu kızımız birbirlerine sevdalılarmış.O yıllarda sevdalar zordu,gizliydi çok mevzusu olur kişilerin adları çıkar hatta ve hatta namus meseleleri sayılıp cinayetler işlenebilir,canlara kıyılabilirdi.Sabahlar mevsimine göre farklı ve aynı başlardı.Eylemler amaca göre farklı ve yine aynı devam eder bir işleyiş gibi yol alır giderdi.Çakmak alısı mezbahaya mevzuu arabayla gelir ve kesilen hayvanları yükleyip çarşıya kasaplara götürürken ben bu şekil bir hayatın içinde nerelere sürükleneceğimi bilmeden Sonyaz mahallesinde şüphesiz cenneti saçlarından yakalamışcasına daha fazla oyunlar oynamaktan zevk alacağım çağlardaki küçücük bir çocuktum.O yıllarda ara ara büyüklerimin götürdüğü sinemalarda seyrettiğim filmlerden gördüğüm aşk kavramlarına,tepelerden canlı canlı görüp şahit olduğum zaman çoban ve mahallemizin kızı arasındaki bu sevdayı çok masum ve yakışır bulup hiç unutamamış ve bu gizli sevdaya yürekten saygı duymuşumdur.
11/Haziran-2014 Şerafettin Sorkun/Konya'dan

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

SELMA GÜNERİ ve LAYIK GÖRÜLEN ONUR ÖDÜLÜ

Bir şarkı dinlersiniz geçmiş yıllarınızı hatırlatan.O şarkıyla hatırasını yaşayacağınız,tekrar bulacağınızı sandığınız sokaklar yok olmuştur.Şükran Ay'ın her şarkısı Kozan sokaklarını ve sinemalarını gözümde canlandırır.Anılarımı gömdüğüm o kentte belediye otobüsleri ve uzak semtlere gidilen dolmuşlar yoktu o zamanlar.Her yerlere yayan gider,günün yorgunluklarına rağmen hayatımızda olmazsa olmaz olan sinemaların gece matinelerinden de kalmaz muhakkak her akşam sinemaya gider,paramız olmazda giremezsek,yazlık sinemaların apörlelerinden çın çın etrafa yayılan filmin müziklerini ve sesini film bitesiye kadar dinlerdik.Bu tarz biz çocuklar için bir takılma biçimiydi.Seviyorduk sinemaları,film yıldızlarını.Onların bizim dünyamızda farklı ve ayrı bir yerleri vardı.Kozan yaz geceleri yazlık sinemalarla güzeldi.Zaman ne kötü bir mevhum bütün değerler bir bir yok oldu.Selma Güneri'nin Konya/Çumra'da seyrettiğimiz filmlerinde yeni bir yüz olarak karşımıza çıkıvermesi,bizden biri...

YAŞADIKÇA

    İnanılmaz doğal güzelliklerin olduğu ağaçlar,dağlar,göller,baharla birlikte yeşeren otların yanı sıra ufukların göğe değiverecekmiş gibi göz eriminize ulaşan,gün batımlarının akşamlara dönüşen zamanları.Kulaklarınızda çın çın pervasızca eksilmeksizin süren ağustos böcekleri ötüşlerine,gökyüzünde  parıldayarak ışıklar saçan yıldızlarda dahil aklınıza gelen gelebilen bir çok güzelliklere,kapalı kapılar ardında kalınan şu günlerde özlemler duyuyorsunuz.Artan nüfuslar,mülteci adı altında ülkeye sokulan ne oldukları belirsiz insan tiplemeleri,evlerde odalarda duvarlar arasında eşyalarla birlikte sıkılmışlıklar sizi bu düşüncelere,doğaya tam teslimiyetlere itiyor.Virüs gösterdiki,aniden çepeçevre baskınlar yaparcasına bizleri sarıvermesi kendimizi hiç yaşamamış gibi hissettirdi.Sanki o kadar yılları bizler eksiltmedik,sanki üzerimizden mevsimler hiç geçmedi,kaç kez geçen sonbaharları,sonbaharlardaki yaprak dökümlerini biz hiç görmedik?.Hiç bitmeyen işlerimizin olduğunu sanı...

DOLU DOLU SEVGİLERİM

     Kendimi çok seviyorum,seviyorumki yaşamı;kendime olan tutkum ve ihtirasımla daha bir başka algılarıma düşürüp,ömrün süren her katresinden ayrı bir zevk duyuyor,mutluluğuma mutluluklar katıyorum.Böyle hazlar alarak meydana gelen oluşum,gezegeni sevmemi gerektiriyor.Yer kürede canlılar var,yaşamın her biri ayrı ayrı renk katıcı  tamamlayıcıları.Onlar olmazsa her şey anlamsız ve varlığımızı devam ettirmemiz mümkün değil.Ya bizler,biz insanlar?.Bizler sizler yani hepimiz,bazılarımız ne düşünür sek düşünelim,nasıl eleştiriler yaparsak yapalım çok harika varlıklarız.Duygularımız var,bu duyguların meydana getirdiği arzularımız,isteklerimiz hatta ve hatta gözyaşları döküp hüzünlenmelerimiz.Ağlamak kadınlara nasıl yakışır.Hüzünlenip gözyaşları dökerken ne kadar güzeller..An olur ağlamalara bile özlemler duyup,köşe bir yere çekilip gözyaşları döktüğümüz zamanlar azmıdır?.Dram filmlerini,acıklı romanları,hüzünleri sevdiğimizden okumaz veya seyretmezmiyiz?.Özlem,hasret dolu...