Ana içeriğe atla

TÜRKÜLERE SIĞDIRILAN YAŞAMLARIMIZ


   
Yıldızlı gecelerin kör karanlıklarına şavkıyan ışıklarında,Ağustos Böceklerinin ötüşlerini dinlerken,bu ötüşleri sevsemmi sevmesemmi sorusuna hep takılıp kararsızlık içerisinde kalmışımdır.Bu böcek neden bu kadar uzun ve neden hep aynı tempoyla öter hiçbir zaman anlamış değilim.Börtü böcek,karınca,arı tekmil tüm hayvanların kendilerine göre bir dilleri vardır muhakkak ama Ağustos Böceklerindeki 24 saatin her saniyesinde cır cır ötecek enerjiyi nerden bulduklarına ve ne için öttüklerine şaşırmamak elde değil.Zamanın insanların önüne nasıl,ne şekil görüntüler sergileyeceği ve nasıl bir gelecek belirleyeceği şüphesiz her insanın belleğinde ara ara dalgalar yapar.Her insan saygın ve güzel yaşamak ister ama hayatın içinde sür-git devam eden ömür çizgisinde kötü giden gelişmelerde olur.Bir gerçek yaşam hikayesi dinlemişimdir.Anadolu insanı saf,tertemiz,arı duru duyguları olan bir yapıya sahiptir.Birileri tarafından hep sömürülür,hep kandırılır ama o,aldırmaz yiğitçe mücadelesini hep sürdürür.Onun yaşamında bazı hırsız,bedavadan geçinen,kan emici insan görünümündeki vampirler gibi bedavadan geçinmeler yoktur.O hep çalışır çalışır tabiri caizse tekeden süt çıkarır.Tabi bundaki en büyük desteği yanındaki kadınıdır.Anadolu kadını yapıcıdır,güler yüzlüdür,bazen yüreği yanıktır.Hani bazen dudakları büzülüp çenesi içeri çekiliverecekmiş gibi durumlarda halini görürsünüzya,işte o zaman olumsuz bir olayın taa yüreğinde hissettiği acının siületine yansıyan hüzün dalgasıdır bu görüntü.Bir adam düşünün,bu adama bir emanet verilmiş,bu emaneti bir giz gibi saklayıp senelerce sahiplerini aramış bulamayınca bir kaç defa yoklayan azraile bile ruhunu teslim etmemiştir.Ne zamanki emanetin gerçek sahipleri bulununca artık rahatca gelmez yola gidebilirim diyerek emanetini teslim ettikten sonra ebediyete gönül rahatlığıyla uçup gitmiştir.Gün dürülür gece başlar,gecenin bitimi yeni sabahları,yeni günleri serer insanların önlerine.İnsanlar birbirleriyle sosyal ilişkilerini devam ettirirlerken yaşlarına göre eş seçimide yapıp hayat arkadaşlarını belirlerler.Bir insan salt,yapayalnız gelir Dünya'ya.Bu geliş yarımdır.Ne zamanki karşıt cinsten bir tamamlayıcısını bulur işte o zaman diğer yarım olan tamamlayıcısıyla bir bütünü oluşturur ve yarımlık biter.Güneydoğuda Fırat nehrinin baraj yapılmadan evvel sakin aktığı zamanlarda,kenarlarında konuşlanan köylerinin birinde geçen bu hazin olay beni çok etkilemiş ve Anadolu insanının üzerimdeki değişmeyen dürüstlük kavramlarında ne kadar haklı olduğum görüşlerini kanaat ve yargılarımıda net hale getirmiştir.Bir Baba evlilik çağına gelmiş oğlunu evlendirir.Bu baba artık mutludur.Bu mutluluk bazen kader tarafından çok görülür,kader bir kaza sonucu evlendirdiği oğlunu ebediyete alır,Gelini bu kazadan sonra bir oğlan,bir kız 2 çocukla kayınpederinin elinde kalır.Anadoluda eskiden çekirdek aileden ziyade ataerkil aile geleneği devam ettiğinden çocuklar evlensede ata erkil aile geleneğine bağlı olarak ataları olan anne-babalarının yanında yaşamlarını devam ettirirlerdi.Oğlunun ölümünden sonra Atababaya köyün eşrafından bazı kişiler gelinin genç olduğunu bazı kişilerinde evlilik için niyetlendiklerini bir sohbet esnasında iletirler.Baba bu durumu geliniyle bir değerlendirip bu konunda onunda fikrini alarak karar vereceğini belirtir.Nihayet gelinin rızasıyla kapıda ikinci izdivaç görünür.Gelin evlendikten sonra çocuklar Atababaya kalır.Zaman içerisinde Dede erkek torununu yatılı okulu kazanmasıyla oraya gönderir.Yatılı okul hayatı ve gelinin evlenmesiyle arada bir kopukluk olur.Bu kopukluk sadece insanlardaki duygularda olmaz oranın coğrafyasıda Fırat Nehrinin üzerine baraj yapılmasıyla değişir bütün o havaledeki köyler boşaltılır.Köylüler komşu illere yahutta akrabalaraının olduğu bölgelere göç ederler.Yalnız evlenen gelinin bu 2.evliliğinden bir çocuğu daha dünyaya geldiğini Ata babada,yatılı okuldaki torunda zaman içerisinde duyarlar.Anneleri belki yüzlerce kez çocuklarına gelmek ister ama o zamanlardaki ulaşım yahut değer yargıları kadının içindeki duyguların dışarıya vurulmasına hep bir gem vurularak engellenir.Yıllar yılları kovalar,aradan tam 40 yıl geçer.Kadın devamlı irtibat halinde olduğu 2.kocasından olan oğluna ölmeden kardeşlerini görmek istediğini yineler.Devam eden araştırmalarda küçük kardeş abisinin Ankara'da mühendis olduğunu öğrenir.Artık anne yaşlanmıştır ve 1 gün hastalanır.Hasta annesini Ankara'ya götürüp bir hastahaneye yatırır.Annesi hastanede yatarken küçük kardeş Ankara Mimarlar ve Mühendisler odasına giderek abisinin kayıtlı olup olmadığını araştırır.Burada kaydı çıkan abisinin sevinçle adresi ve tlf.larını alarak hemen harekete geçer.Tlf.da abisine olayları anlatır,buluşurlar,giderilen hasretten sonra abisinin yanında gelen bir arkadaşta olduğu halde hastaneye giderler.Orada akıllarına bir fikir gelir.Abi kapıda duracak yanlarındaki arkadaş anneye bulunan oğul olarak lanse edilecektir.Varılan bu ortak karardan sonra,içeriye girilir yataktaki annesine anne abimi buldum getirdim der.Anne getirilen kişiye bakıp inceledikten sonra oğluna abin bu değil der.Bunları kapıda duyan abi dayanamayıp içeri girer,içeri abinin girişiyle hasta kadın heyecanla ve heyecanın meydana getirdiği duyguyla gözyaşları içerisinde oğlum diyerek yataktan doğrulur.Oğluna sarılır,öper koklar.Küçük kardeşte,büyük abide,olaydan haberi olan yanlarında gelen arkadaşta bu olay karşısında şaşırırlar.Çok küçükken bırakıp gittiği,40 yıla yakın zaman içerisinde hiç görmediği oğlunu nasıl tanımıştır?.İşte anaların analığı burdandır.Yavrularının doğumuyla aldıkları kokuyu,yavrularının gözlerine bakıpta kalplerine yerleşen o görüntüyü yıllar geçsede hiç unutmazlar.Yaşamları hep yavrularına adanır.Belki o zamanlarda gelenekler,adet ve görenekler içi parçalana parçalana istemediği hayata onu sürükledi ama yüreğinin bir yerinde bu hasret sancısını hep katre katre çekti ve yaşadı.Olay bundan sonra büyük abiyi diğer kız kardeşini aramaya iter.Köylerinin dağıldığı değişik kentlere gittiği yerlerden köylülerini sorar.Bu aramalarda şunun oğluyum,bunun torunuyum derken ondan yaşça büyük olan birisi ona madem onun torunuysan seni yani sizleri yıllardır arayan biri var,seni ona götüreceğim der.Kız kardeşini bulacağı düşüncesiyle o kişiye gittiklerinde onun çok yaşlı ve biri olduğunu görür.Elini öper,ihtiyar duygulanır.Anlatılır kendisine ben şu adamın oğlu,şu adamıyım torunuyum diye.Yapılan konuşmalarda bilgiler hep çakışır.İhtiyar oğlum dedeyin bana bırakmış olduğu bir emanet var,bu emaneti teslim etmeden ölemedim der.Abi emanetin kızkardeşi olacağı düşüncesiyle dahada heyecanlanır.İhtiyar çocuklarına daha evvel bahsettiği,sakladıkları emaneti getirmelerini söyler.Çocuklar bohça içinde emaneti getirirler.İhtiyar bohçayı açar,çok miktarda altın vardır bohçada.İhtiyar bu altınları torunlarıma ver diye deden bana emanet etti der.Yıllardır sizleri aradım oğlum der.Abinin gözleri dolar,galeyana gelip gözyaşları sel olur.O müteahhittir,zengindir,paraya ihtiyacı yoktur,onun aradığı kardeşidir ama bir emanetin bu kadar uzun bir süre muhafaza edilip korunması onu şaşırtmış adeta fevrini döndürmüştür.Kızkardeşinin yerini,yurdunu,izini kimse bilmemektedir.Bu hikaye gerçek bir hikayedir.Bir yerde barajlar yapılabilir,elektrik santralleri kurulabilir ama bazı duygular,bazı değerler yok edilir.Yiğittir Anadolu insanı,Bursa kakmalı bıçaklarla delik deşik etsende,kor ateşlerde kızdırdığın demir çubuklarla dağlasanda değerlerinden dürüstlüğünden bir dem olsun şaşırtamazsın.Gün dürülüyor yine.Dürülen bu günde bazılarının büyük çıkar beklentileri vardır.Anadolu insanı hiçbir şey beklemez.Anadolu kadını kekikler toplar,eğirtmeçler eğirir,Anadolu kadını keçi güder,yayık yayar,ekmek yapar,ekin biçer,çıkar dağlara,dağların arınmış arı duru topraklarından insanlara yarar olacak diye topladığı otlarla bir başka insana nafi olmaya çalışır.Düşüncelerinde sevgi vardır,yarar vardır.Ey güzel yurdumun güzel insanları Türkülere ve ayrılıklara sığdırdığımız yaşamlarımızda and olsun sizler içimde hep sevgiyle yaşayacaksınız..23/Mayıs-2015   Şerafettin Sorkun/Konya'dan

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

SELMA GÜNERİ ve LAYIK GÖRÜLEN ONUR ÖDÜLÜ

Bir şarkı dinlersiniz geçmiş yıllarınızı hatırlatan.O şarkıyla hatırasını yaşayacağınız,tekrar bulacağınızı sandığınız sokaklar yok olmuştur.Şükran Ay'ın her şarkısı Kozan sokaklarını ve sinemalarını gözümde canlandırır.Anılarımı gömdüğüm o kentte belediye otobüsleri ve uzak semtlere gidilen dolmuşlar yoktu o zamanlar.Her yerlere yayan gider,günün yorgunluklarına rağmen hayatımızda olmazsa olmaz olan sinemaların gece matinelerinden de kalmaz muhakkak her akşam sinemaya gider,paramız olmazda giremezsek,yazlık sinemaların apörlelerinden çın çın etrafa yayılan filmin müziklerini ve sesini film bitesiye kadar dinlerdik.Bu tarz biz çocuklar için bir takılma biçimiydi.Seviyorduk sinemaları,film yıldızlarını.Onların bizim dünyamızda farklı ve ayrı bir yerleri vardı.Kozan yaz geceleri yazlık sinemalarla güzeldi.Zaman ne kötü bir mevhum bütün değerler bir bir yok oldu.Selma Güneri'nin Konya/Çumra'da seyrettiğimiz filmlerinde yeni bir yüz olarak karşımıza çıkıvermesi,bizden biri...

YAŞADIKÇA

    İnanılmaz doğal güzelliklerin olduğu ağaçlar,dağlar,göller,baharla birlikte yeşeren otların yanı sıra ufukların göğe değiverecekmiş gibi göz eriminize ulaşan,gün batımlarının akşamlara dönüşen zamanları.Kulaklarınızda çın çın pervasızca eksilmeksizin süren ağustos böcekleri ötüşlerine,gökyüzünde  parıldayarak ışıklar saçan yıldızlarda dahil aklınıza gelen gelebilen bir çok güzelliklere,kapalı kapılar ardında kalınan şu günlerde özlemler duyuyorsunuz.Artan nüfuslar,mülteci adı altında ülkeye sokulan ne oldukları belirsiz insan tiplemeleri,evlerde odalarda duvarlar arasında eşyalarla birlikte sıkılmışlıklar sizi bu düşüncelere,doğaya tam teslimiyetlere itiyor.Virüs gösterdiki,aniden çepeçevre baskınlar yaparcasına bizleri sarıvermesi kendimizi hiç yaşamamış gibi hissettirdi.Sanki o kadar yılları bizler eksiltmedik,sanki üzerimizden mevsimler hiç geçmedi,kaç kez geçen sonbaharları,sonbaharlardaki yaprak dökümlerini biz hiç görmedik?.Hiç bitmeyen işlerimizin olduğunu sanı...

DOLU DOLU SEVGİLERİM

     Kendimi çok seviyorum,seviyorumki yaşamı;kendime olan tutkum ve ihtirasımla daha bir başka algılarıma düşürüp,ömrün süren her katresinden ayrı bir zevk duyuyor,mutluluğuma mutluluklar katıyorum.Böyle hazlar alarak meydana gelen oluşum,gezegeni sevmemi gerektiriyor.Yer kürede canlılar var,yaşamın her biri ayrı ayrı renk katıcı  tamamlayıcıları.Onlar olmazsa her şey anlamsız ve varlığımızı devam ettirmemiz mümkün değil.Ya bizler,biz insanlar?.Bizler sizler yani hepimiz,bazılarımız ne düşünür sek düşünelim,nasıl eleştiriler yaparsak yapalım çok harika varlıklarız.Duygularımız var,bu duyguların meydana getirdiği arzularımız,isteklerimiz hatta ve hatta gözyaşları döküp hüzünlenmelerimiz.Ağlamak kadınlara nasıl yakışır.Hüzünlenip gözyaşları dökerken ne kadar güzeller..An olur ağlamalara bile özlemler duyup,köşe bir yere çekilip gözyaşları döktüğümüz zamanlar azmıdır?.Dram filmlerini,acıklı romanları,hüzünleri sevdiğimizden okumaz veya seyretmezmiyiz?.Özlem,hasret dolu...