Konya/Bozkır yöremizde,lafın gelimi o yıllarda,Bozkır'da yaşayan kişilerce,günlük hayatlarda yapılan iş ve eylemlerden dolayı,genelinde insan yapılarının alışılagelmiş günlük giydikleri giysi ve kostümleri,şapkadır,şalvardır,pantolundur,etektir,boyuna takılan fular yada renk bakımından takım elbiseyle uyum içinde olsun diye bağlanıp,tamamlanan kravattır,yahut mevsim dışı giyilen paltodur,kışın üşütmesin diye yine boyunlara dolanıp,sarılan atkıdır,anında tümden bunları giyenlere bir yakıştırma yapılır ve o kişi yakıştırılan bu ünvanla ölesiye mezarına kadar giderdi.Benim olduğum senelerde tek tek örnekler vererek bu ünvanlara haiz olmuş,tanıdığım kişilerden ve Bozkır'ın o evrelerindeki kültüründen bahsedeceğim.Bu insanlardan bazıları bu Dünya'dan göçüp ebediyete intikal etmelerine rağmen Bozkır'ımızın unutulmayan efsaneleri olarak Bozkır'da aynı evrelerde yaşayan herkesler tarafından aldıkları lakaplarıyla bilinirler.Sıralamaya koyup başa aldığım bir kişi yoktur,salgarameye yazarak anlatımlarıma devam ediyorum.Tabi bu ünvanlara haiz kişilerin çocuklarınında babalarının lakapları başlara eklenip,kendi isimleriyle söylenmesi tanıma açısından diğer kişilere kolaylıklar sağlamıştır.Gemenin,Pasafçının,Takanın,Süleğin,Koyuncunun,Koca Mehmetlerin oğlu,Süleyman,Hasan,Hüseyin,Apdullah vs.gibi.Tüfekçi dayı;Hemen hemen Bozkır'ımızın 7 den yetmişe o yıllarda çor çocuk,yaşlı genç herkeslerin tanıdığı bu muhterem insanın nerdeyse gerçek ismi nerdeyse unutulmuştur.Sınıf arkadaşlarım Muammer,Yıldız,Perihan ve o evrelerin bıçkın delikanlısı Necati ve trafik kazasında çok genç yaşta ölen en büyük oğlu Derviş abi dahil,gülecen ve kendine özgü doğal konuşmaları ve şakalarıyla herkesleri tebessümlere zorlayan Bozkır'ımızda Fotoğrafçılık yapan Nuri kardeşlerin babalarıdır.Aynı zamanda soy isimleride Tüfekçidir.Jeepcileri söylememe gerek yok,onların meslekleri gereği hepsine cipci (Jeep) söylenip ardı sıra isimleri eklenerek ünvan almışlardır.Çakmak Alısı;Ali amca o yıllarda,bir atın çektiği kapalı bir arabayla Sonyaz mahallesindeki belediye mezbahasından çarşı içindeki kasaplara et dağıtırdı.Sert bakışlıdır,viking savaşçılarını andırır görselinin yanı sıra biz çocuklar;araba sürer,atı kamçılarken arabanın üzerinden kaba ve ara arada deh deh diye aslan kükremesini andırır sesinden ata bağırışlarından korkar sağa sola kaçışırdık.Çalıkakıcı;Katırıyla Sonyaz mahallemizden geçen abuk sabuk suratlı bir adamdı.İsmini bilmiyorum.Katırının üzerinde çok güzel bir semer vardı,beni semerin güzelliği göz alıcılığı öyle çok etkilemişki,bu zamanlara kadar aklımdan silinmemiş.Fakat petlek gözlerinden çok korkardık ve o geçerken yoldan tepelere çıkar,kendimizi çıktığımız bu tepelerde korumaya aldığımızı düşünürdük.Aşağılarda galiba çarşı içinde çayın öte yakasında evlerinin olduğunu sandığım,Bozkır'da ayrı bir şöhret kimliğine ulaşmış Kemal Aksın'ların evleri taraflarında olabilir,tilkici derler bir adam vardı.Küçük amcam Hayrullah Sorkun'a sorardım "Neden adamın adına tilkici diyorlar" diye.O Kümesine tavuklarını yemek için bir tilki girdiğini,tavukların bağırık çağırık sesleriyle uyanıp evden aşağıdaki kümese indiğini fakat her nasılsa tilkiyi yakalayamayıp elinden kaçırdığını,yakalamayınca,peşini bırakmayıp arkasından Sarıoğlan'a kadar kovaladığını,bu yüzden adına Tilkici dediklerini söylerdi.İnanılacak bir şey değil ama uyduruluyor,bir gerekçe sebep bulunuyor işte.Gelelim Vıdı Vıdıya.Vıdı;Bozkır'ın en sembol şahsiyetlerinden biri olup,sadece Bozkır'lının değil tüm kasaba ve köylerininde bildiği doğuştan ahraz ama küçük büyük,kadın kız,genç yaşlı herkeslerle işaret diliyle anlaşabilen güzel insanlardan biri olarak hafızalarda kalmıştır.Bozkır'dan ayrılıp yıllar sonra dönüşlerimde,ablasının oğlu mahmut'u da tanımışlığım olmuştur.Mahmut'un meşhurluğu ise çarşamba çayının bir kenarından bir kenarına istifra ettiği zaman hidrolik pompalar misali istifrasını karşı kıyıya vardırmasıdır.Ben görmedim ama Apdullah Yılmaz (Şeytan) ve rahmetli Mesut Doğaner yemin billah ikiside anlatıp söylemekte ve birbirlerini tastik edip onaylamaktadırlar.Bu küçük,şirin ama çok namlı,ortasından çarşamba çayı geçen beldede,şakası bol insanların gün başlamasıyla seslerinin duyulduğu sabahlarda,mevsimine göre bir canlılık hakimdir.Herkes herkesi tanır.Haftanın cuma günü aynı zamanda Bozkır'ın pazarının kurulduğu gündür.Pazar benim çocukluğumda kaymakamlığın önündeki çarşı meydanına kurulurdu.Cuma günleri Bozkır kalabalıklaşır,eşekleriyle pazara gelen köylüler;pazarda sebze şu,bu ihtiyaçlarını görüp,cuma namazlarınıda kule (Kule Bozkır'ın ortasında kocaman bir dağdı,şimdilerde tamamen ortadan kaldırıldı,kırılan taşlar yol yapımlarında kullanıldı) ile halkın dağın sivri görünümünden dolayı belirlediği sivri ismini verdiği tepenin arasında kalan,zabıta Mehmet Üstün'lerin hatırladığım kadarıyla evlerinin karşısına tam değil çapraz düşen camide yerel halkla kılardı.Cumaya gelen vatandaşlar nasıl arabalarını şimdilerde park yerlerine ücret karşılığı bırakıyorlarsa,Bozkır'da da,eşeklerini kapalı duvarlarla çevrili bir yere ücret karşılığında bağlayıp bırakıyorlardı.Apdullah Yılmaz'ların yani Kerim amcaların evlerinin çarşı yolu boyunca uzanan bahçelerinin sonunda,sağ tarafta bahçesi çevrili bir nalbant vardı.Köylüler genelde eşeklerini bu nalbantın bahçesinde yukarıda belirttiğim gibi ücret karşılığında işlerini göresiye emanete bırakırlardı.Yukarıdaki mahallelerden Söğütlü Fahrilerle Apdullah-Mehmet Yılmaz'ların babaları Kerim amcaların karşılıklı evlerinin olduğu ara;Bozkıra giren ana yol,sol taraftaki dağın dibindeki yol ise bu caminin önünden geçilen Bozkır'a çayın beri tarafındaki ikinci giriş yoluydu.Caminin önü bu yola kadar betondu.Sair günlerde biz bu beton düzlem üzerine kömürle bir çizgi çizer,çizgiyede gazoz kapaklarını dizer,elimizdeki ayakkabı altlarından şekil verdiğimiz yassı lastiklerle belirlediğimiz,baz aldığımız bir başka çizgiden gazoz kapaklarına atarak bir birlerimizin gazoz kapaklarını ütme oyunları oynardık.Ne yapacaksak bu gazoz kapaklarını ceplerimiz bir birlerimizden üttüğümüz bu gazoz kapaklarıyla çakılı kalırdı.Cami önündeki betonların üzerleri cuma namazlarında caminin içi yeterli olmadığından tamamen o yıllarda namaz kılmak için doldurulur,dışardaki bu aşırı fazlalıktan namaz bitesiye ne yukarı mahalleler taraflarından çarşıya nede çarşıdan yukarı mahallelere geçit olmazdı.Minaresi olmayan üstü kiremitli,çatısının üzerinde 3 apörlösü bulunan bu camide Bozkır'ın içinde yaşayan yerel halk ve cuma için gelen köylülerle oluşan kalabalık unutmadığım Bozkır kültürlerinden biriydi.Evet hem anıları anlatıyor hemde akla geldikçe yenileri yazmalara devam ediyorum.O yıllarda Leyla Saray yeşilçam sinamasının hayran kitlesi en fazla olan yıldız oyuncularından biriydi.Çakmak Alısının (Ali) Hasibe adlı,Bozkır'da güzelliği dillere destan bir kızı vardı.Uzun saçları güzel gözleri,incecik beliyle kadın erkek her görenin karşılaşıldığı zaman dönüp dönüp baktığı etkileyiciliği fiziğinden dolayı ona Bozkır'da Leyla Sayar denilirdi.O zamanlar kadınlar pantolon giymez kentlerde yaşayan kadın ve genç kızlar up uzun çok güzel fistanlar giyerler,köy kadınlarının milli giyecekleri ise şalvarlardı.Hasibe ablaya boyu ve incecik beliyle fizik yapısına uyar giydiği fistanın bu kadar yakıştığını başka bir hanımefendide gördüğümü söyleyemem.Bozkır sokaklarından yürüdüğü zamanlar Leyla Sayar geçiyor derler herkesler tarafından çaktırılmamaya çalışılarak göz seyrine alınırdı.Dünya'nın en güzel kadınlarından biri olarak gösterilen Sophia Loren'in şöhret olmadan evvel 17-18 yaşlarında Roma caddelerinde dolaşır, geçerken İtalyan'ların onu gözleriyle nasıl takibe aldıklarının hikayelerini Sophia Loren'in okumuşuzdur.Hasibe abla da Bozkır'ımızın efsane güzellerinden biriydi..17/Kasım-2024 Şerafettin Sorkun/Bozkır anılarımdan-
Konya/Bozkır yöremizde,lafın gelimi o yıllarda,Bozkır'da yaşayan kişilerce,günlük hayatlarda yapılan iş ve eylemlerden dolayı,genelinde insan yapılarının alışılagelmiş günlük giydikleri giysi ve kostümleri,şapkadır,şalvardır,pantolundur,etektir,boyuna takılan fular yada renk bakımından takım elbiseyle uyum içinde olsun diye bağlanıp,tamamlanan kravattır,yahut mevsim dışı giyilen paltodur,kışın üşütmesin diye yine boyunlara dolanıp,sarılan atkıdır,anında tümden bunları giyenlere bir yakıştırma yapılır ve o kişi yakıştırılan bu ünvanla ölesiye mezarına kadar giderdi.Benim olduğum senelerde tek tek örnekler vererek bu ünvanlara haiz olmuş,tanıdığım kişilerden ve Bozkır'ın o evrelerindeki kültüründen bahsedeceğim.Bu insanlardan bazıları bu Dünya'dan göçüp ebediyete intikal etmelerine rağmen Bozkır'ımızın unutulmayan efsaneleri olarak Bozkır'da aynı evrelerde yaşayan herkesler tarafından aldıkları lakaplarıyla bilinirler.Sıralamaya koyup başa aldığım bir kişi yoktur,salgarameye yazarak anlatımlarıma devam ediyorum.Tabi bu ünvanlara haiz kişilerin çocuklarınında babalarının lakapları başlara eklenip,kendi isimleriyle söylenmesi tanıma açısından diğer kişilere kolaylıklar sağlamıştır.Gemenin,Pasafçının,Takanın,Süleğin,Koyuncunun,Koca Mehmetlerin oğlu,Süleyman,Hasan,Hüseyin,Apdullah vs.gibi.Tüfekçi dayı;Hemen hemen Bozkır'ımızın 7 den yetmişe o yıllarda çor çocuk,yaşlı genç herkeslerin tanıdığı bu muhterem insanın nerdeyse gerçek ismi nerdeyse unutulmuştur.Sınıf arkadaşlarım Muammer,Yıldız,Perihan ve o evrelerin bıçkın delikanlısı Necati ve trafik kazasında çok genç yaşta ölen en büyük oğlu Derviş abi dahil,gülecen ve kendine özgü doğal konuşmaları ve şakalarıyla herkesleri tebessümlere zorlayan Bozkır'ımızda Fotoğrafçılık yapan Nuri kardeşlerin babalarıdır.Aynı zamanda soy isimleride Tüfekçidir.Jeepcileri söylememe gerek yok,onların meslekleri gereği hepsine cipci (Jeep) söylenip ardı sıra isimleri eklenerek ünvan almışlardır.Çakmak Alısı;Ali amca o yıllarda,bir atın çektiği kapalı bir arabayla Sonyaz mahallesindeki belediye mezbahasından çarşı içindeki kasaplara et dağıtırdı.Sert bakışlıdır,viking savaşçılarını andırır görselinin yanı sıra biz çocuklar;araba sürer,atı kamçılarken arabanın üzerinden kaba ve ara arada deh deh diye aslan kükremesini andırır sesinden ata bağırışlarından korkar sağa sola kaçışırdık.Çalıkakıcı;Katırıyla Sonyaz mahallemizden geçen abuk sabuk suratlı bir adamdı.İsmini bilmiyorum.Katırının üzerinde çok güzel bir semer vardı,beni semerin güzelliği göz alıcılığı öyle çok etkilemişki,bu zamanlara kadar aklımdan silinmemiş.Fakat petlek gözlerinden çok korkardık ve o geçerken yoldan tepelere çıkar,kendimizi çıktığımız bu tepelerde korumaya aldığımızı düşünürdük.Aşağılarda galiba çarşı içinde çayın öte yakasında evlerinin olduğunu sandığım,Bozkır'da ayrı bir şöhret kimliğine ulaşmış Kemal Aksın'ların evleri taraflarında olabilir,tilkici derler bir adam vardı.Küçük amcam Hayrullah Sorkun'a sorardım "Neden adamın adına tilkici diyorlar" diye.O Kümesine tavuklarını yemek için bir tilki girdiğini,tavukların bağırık çağırık sesleriyle uyanıp evden aşağıdaki kümese indiğini fakat her nasılsa tilkiyi yakalayamayıp elinden kaçırdığını,yakalamayınca,peşini bırakmayıp arkasından Sarıoğlan'a kadar kovaladığını,bu yüzden adına Tilkici dediklerini söylerdi.İnanılacak bir şey değil ama uyduruluyor,bir gerekçe sebep bulunuyor işte.Gelelim Vıdı Vıdıya.Vıdı;Bozkır'ın en sembol şahsiyetlerinden biri olup,sadece Bozkır'lının değil tüm kasaba ve köylerininde bildiği doğuştan ahraz ama küçük büyük,kadın kız,genç yaşlı herkeslerle işaret diliyle anlaşabilen güzel insanlardan biri olarak hafızalarda kalmıştır.Bozkır'dan ayrılıp yıllar sonra dönüşlerimde,ablasının oğlu mahmut'u da tanımışlığım olmuştur.Mahmut'un meşhurluğu ise çarşamba çayının bir kenarından bir kenarına istifra ettiği zaman hidrolik pompalar misali istifrasını karşı kıyıya vardırmasıdır.Ben görmedim ama Apdullah Yılmaz (Şeytan) ve rahmetli Mesut Doğaner yemin billah ikiside anlatıp söylemekte ve birbirlerini tastik edip onaylamaktadırlar.Bu küçük,şirin ama çok namlı,ortasından çarşamba çayı geçen beldede,şakası bol insanların gün başlamasıyla seslerinin duyulduğu sabahlarda,mevsimine göre bir canlılık hakimdir.Herkes herkesi tanır.Haftanın cuma günü aynı zamanda Bozkır'ın pazarının kurulduğu gündür.Pazar benim çocukluğumda kaymakamlığın önündeki çarşı meydanına kurulurdu.Cuma günleri Bozkır kalabalıklaşır,eşekleriyle pazara gelen köylüler;pazarda sebze şu,bu ihtiyaçlarını görüp,cuma namazlarınıda kule (Kule Bozkır'ın ortasında kocaman bir dağdı,şimdilerde tamamen ortadan kaldırıldı,kırılan taşlar yol yapımlarında kullanıldı) ile halkın dağın sivri görünümünden dolayı belirlediği sivri ismini verdiği tepenin arasında kalan,zabıta Mehmet Üstün'lerin hatırladığım kadarıyla evlerinin karşısına tam değil çapraz düşen camide yerel halkla kılardı.Cumaya gelen vatandaşlar nasıl arabalarını şimdilerde park yerlerine ücret karşılığı bırakıyorlarsa,Bozkır'da da,eşeklerini kapalı duvarlarla çevrili bir yere ücret karşılığında bağlayıp bırakıyorlardı.Apdullah Yılmaz'ların yani Kerim amcaların evlerinin çarşı yolu boyunca uzanan bahçelerinin sonunda,sağ tarafta bahçesi çevrili bir nalbant vardı.Köylüler genelde eşeklerini bu nalbantın bahçesinde yukarıda belirttiğim gibi ücret karşılığında işlerini göresiye emanete bırakırlardı.Yukarıdaki mahallelerden Söğütlü Fahrilerle Apdullah-Mehmet Yılmaz'ların babaları Kerim amcaların karşılıklı evlerinin olduğu ara;Bozkıra giren ana yol,sol taraftaki dağın dibindeki yol ise bu caminin önünden geçilen Bozkır'a çayın beri tarafındaki ikinci giriş yoluydu.Caminin önü bu yola kadar betondu.Sair günlerde biz bu beton düzlem üzerine kömürle bir çizgi çizer,çizgiyede gazoz kapaklarını dizer,elimizdeki ayakkabı altlarından şekil verdiğimiz yassı lastiklerle belirlediğimiz,baz aldığımız bir başka çizgiden gazoz kapaklarına atarak bir birlerimizin gazoz kapaklarını ütme oyunları oynardık.Ne yapacaksak bu gazoz kapaklarını ceplerimiz bir birlerimizden üttüğümüz bu gazoz kapaklarıyla çakılı kalırdı.Cami önündeki betonların üzerleri cuma namazlarında caminin içi yeterli olmadığından tamamen o yıllarda namaz kılmak için doldurulur,dışardaki bu aşırı fazlalıktan namaz bitesiye ne yukarı mahalleler taraflarından çarşıya nede çarşıdan yukarı mahallelere geçit olmazdı.Minaresi olmayan üstü kiremitli,çatısının üzerinde 3 apörlösü bulunan bu camide Bozkır'ın içinde yaşayan yerel halk ve cuma için gelen köylülerle oluşan kalabalık unutmadığım Bozkır kültürlerinden biriydi.Evet hem anıları anlatıyor hemde akla geldikçe yenileri yazmalara devam ediyorum.O yıllarda Leyla Saray yeşilçam sinamasının hayran kitlesi en fazla olan yıldız oyuncularından biriydi.Çakmak Alısının (Ali) Hasibe adlı,Bozkır'da güzelliği dillere destan bir kızı vardı.Uzun saçları güzel gözleri,incecik beliyle kadın erkek her görenin karşılaşıldığı zaman dönüp dönüp baktığı etkileyiciliği fiziğinden dolayı ona Bozkır'da Leyla Sayar denilirdi.O zamanlar kadınlar pantolon giymez kentlerde yaşayan kadın ve genç kızlar up uzun çok güzel fistanlar giyerler,köy kadınlarının milli giyecekleri ise şalvarlardı.Hasibe ablaya boyu ve incecik beliyle fizik yapısına uyar giydiği fistanın bu kadar yakıştığını başka bir hanımefendide gördüğümü söyleyemem.Bozkır sokaklarından yürüdüğü zamanlar Leyla Sayar geçiyor derler herkesler tarafından çaktırılmamaya çalışılarak göz seyrine alınırdı.Dünya'nın en güzel kadınlarından biri olarak gösterilen Sophia Loren'in şöhret olmadan evvel 17-18 yaşlarında Roma caddelerinde dolaşır, geçerken İtalyan'ların onu gözleriyle nasıl takibe aldıklarının hikayelerini Sophia Loren'in okumuşuzdur.Hasibe abla da Bozkır'ımızın efsane güzellerinden biriydi..17/Kasım-2024 Şerafettin Sorkun/Bozkır anılarımdan-
Yorumlar
Yorum Gönder